Armanç Canbeyli, Baybars Ömer Yaycı
Elektrifikasyon ve otomasyon. Bu iki kavram, ulaşım sektörünün geleceği açısından oldukça kritik bir rol oynuyor. Elektrikli araçlar karbon salınımının kontrol altına alınması için ne kadar önemliyse; otonom araçlar da insan girdisine olan bağımlılığı azalması için o kadar önemli. Her ikisinin paylaştığı ortak nosyon ise teknolojik faydaların sürdürülebilir bir düzen içerisinde toplum hayatına entegre edilmesi.
Ayrıca, bu iki kavramı yukarıdaki sıra ile kullanmamız da tesadüf değil. Zira otomobil endüstrisini bizim gibi yakından takip edenler, elektrifikasyon ile otomasyon arasındaki pozitif korelasyonun farkındalar. Çok sayıda ortak paydası bulunan bu iki trendin gelişimi de birbirine paralel seyrediyor.
Elektrikli araç cephesine baktığımızda, yeni modellerin peyderpey ülkemize giriş yaptığını ve tüketici tercihlerinde yaşanan bu çeşitlenmenin şarj çözümleri ile satış sonrası hizmetler gibi alanları da gelişime zorladığını görüyoruz. Uzun yıllardır beklenen yerli otomobilin elektrikli olması da gelişimin önemini artıran bir faktör.
Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda ise otonom araçlara ilişkin gelişim ivmesinin ülkemizde henüz elektrikli araçlardaki kadar yukarı yönlü olmadığını görüyoruz. Otonom bir aracın, her bir direksiyon hareketinden evvel saniyede ortalama on farklı karar alması gerektiğini düşündüğümüzde, bu tür teknolojilere yönelik üretim hazırlıklarının teknik açıdan ne kadar zorlu olduğunu görebiliyoruz. Fakat bize örnek teşkil edebilecek ülkelerdeki gelişmeleri incelediğimizde, otonom sürüşe yönelik çalışmaların yalnızca teknik meselelerden ibaret olmadığını da anlıyoruz.
Endüstriyel unsurların yanı sıra hukuki ve hatta beşeri unsurların bir arada değerlendirilmesini gerektiren otonom araçlar, ilgili ülkelerde mühendisleri olduğu kadar kanun koyucuları ve hukukçuları da fazla mesaide tutuyor. Trafik kurallarından sigorta mevzuatına, sorumluluk dağılımından telekomünikasyon hukukuna kadar pek çok farklı disiplinde değişikliklere yol açan “sürücüsüz sürüş” konsepti, bu durumu mümkün kılan teknolojiler henüz ortada dahi değilken kaleme alınan birtakım düzenlemelerin de güncellenmesini gerektiriyor. Düzenleme ihtiyacının kendisini en çok hissettirdiği alanların başında ise kişisel verilerin korunması geliyor.
Sensör destekli yapay zekâ teknolojilerinin yüksek etkileşim kabiliyetlerine dayanan otonom sürüş teknolojileri, kat ettikleri her bir kilometre için önemli miktarda verinin anlık olarak işlenmesini gerektiriyor. Bu durum ise 21. Yüzyılın en önemli hukuki mücadelelerinden biri olan veri koruma kurallarını yakından ilgilendiriyor.
Bu nedenledir ki, otonom sürüş teknolojilerinde pol pozisyonda olan Amerika Birleşik Devletleri (“ABD”) gibi ülkelerde otonom sürüşün hukuki alt yapısı denilince akla gelen konuların başında veri koruma da geliyor. Bu durumun en güzel örneklerinden birini de 2018 yılından beri Kongre ve senatoda gündem teşkil eden Self Driving Act isimli mevzuat oluşturuyor. İnovasyonun gelişimi için hukuki alt yapının ne kadar önemli olduğunu bilen ve bu gelişime destek olmaya çalışan hukukçular olarak, otonom sürüş alanındaki bu son gelişmeyi aşağıda mercek altına aldık.
ABD’deki gelişmeler
İnsan müdahalesi olmadan çevresinde olup biteni algılayabilen ve güvenli bir şekilde hareket edebilen araçlar “sürücüsüz” veya “otonom” araçlar olarak adlandırılıyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi, otonom araçların yakın gelecekte ulaşım endüstrisinin en önemli taşlarından olacağı konusunda bir şüphe yok. Peki bu teknolojinin beraberinde getirdiği hukuki düzenleme ihtiyacının gelişimi ne alemde?
Bu sorunun peşine takıldığımızda, ana gelişim alanları arasında veri güvenliği, kişisel güvenlik, sorumluluk dağılımı, trafik düzenlemeleri ve sigorta hukuku ile siber güvenlik konularının listenin tepesinde yer aldığını görüyoruz. Otomotiv endüstrisinin büyük aktörleri, silikon vadisinin teknoloji devleri ile amansız bir teknoloji yarışına tutuşmuş giderken, hukuki düzenlemelerin gölgesi her iki kampın üzerinde de gönden güne belirginleşiyor.
Bu gelişim sektör paydaşları açısından da büyük önem taşıyor. Zira otonom araç konusundaki mevzuat eksikliği, hukuki belirsizliğe yol açıyor ve bu tür belirsizlikler katma değerli teknolojilere yönelik yatırım iştahını olumsuz etkiliyor.
Teknoloji dünyası için uzun; regülasyon dünyası içinse kısa sayılabilecek bir süre geriye gittiğimizde görüyoruz ki, her iki trendin de öncülerinden olan ABD’de 2018 yılında konuya ilişkin kapsamlı bir mevzuat çalışması yapılmış.
Otonom Sürüş Yasası (Self-Drive Act) olarak adlandırılan bu tasarısının yasalaşma sürecinde ABD federal hükümetinin sürücüsüz araçların geleceğindeki konumunu belirleme çabasına şahit oluyoruz. Bu kapsamda otonom araçlar konusunda ABD’de federal çerçeve oluşturacak Araç Evriminde Gelecekteki Güvenli Geliştirme ve Araştırma Yasası (“the Safely Ensuring Lives Future Development and Research In Vehicle Evolution Act” ya da “Self-Drive Act”) 2017 yılının Eylül ayında Temsilciler Meclisi’nden geçmişti.
Söz konusu yasa tasarısının amacı otonom araçların üretim, kullanım ve test edilmesine ilişkin düzenlemeler yaparak bu konudaki güvenliği sağlamak. Self-Drive Act temelde federal ve eyalet hükümetlerinin otonom araçlar konusundaki rollerini tanımlıyor ve ABD Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Ulusal Karayolu Trafik Güvenliği İdaresi’ne (“National Highway Traffic Safety Administration” – “NHTSA”) bu konuda düzenleme yapma görevi ve yetkisi tanıyor. Yasa tasarısında NHTSA federal standartları belirlemekle, otomobil üreticilerinin bu standartlara uyup uymadığını denetlemekle ve bu şekilde otonom araçlarda gizlilik ve siber güvenliği sağlamakla görevlendiriliyor. Ayrıca yasa tasarısında NHTSA’nın bünyesinde faaliyet gösterecek Araç Danışma Konseyi’nin (“Vehicle Advisory Council”) kurulması öngörülüyor. Hem üretici hem tüketici taraflarını temsil eden üyelerden oluşacak bu Konsey otonom araçların performansı, çevresel etkiler, işgücü sorunları ve tüketici gizliliği konularında NHTSA’ya tavsiye ve görüş bildirme ile görevlendiriliyor. Ayrıca Self-Drive yasa tasarısında eyaletlerin Self-Drive Act hükümleri veya NHTSA’nın kural ve düzenlemeleri ile çelişecek yasaları yürürlüğe koymaları büyük ölçüde engelleniyor.
Yasa tasarısında üzerine düşülen diğer bir konu ise siber güvenlik. Konu yasa tasarısında “Otomatik Sürüş Sistemlerinde Siber Güvenlik” diye adlandırılan ayrı bir başlık ile düzenleniyor. Bu düzenleme kapsamında otonom araç üreticilerine satış yapabilme koşulu olarak siber güvenlik planına sahip olma şartı getiriliyor. Self-Drive Act tasarısı uyarınca siber saldırılara karşı önlemleri içeren yazılı bir siber güvenlik politikası olmayan araç üreticileri otonom araç satışı yapamayacak. Ayrıca üreticilerin bu politika kapsamında siber güvenlik konusundan sorumlu bir görevli atamaları gerekiyor.
Diğer yandan Self-Drive Act’in getirdiği düzenlemeler önemli olmakla birlikte, otonom araçlarda siber güvenliği ve gizliliği tam anlamıyla sağlamak için yetersiz olduğunu düşünenler de vardı. Bu şekilde düşünenler Self-Drive Act’ın otomobil üreticileri için siber güvenlik konusunda yönetici atama, eğitim programı, izinsiz erişimi önleme ve yanıtlama sistemlerine sahip olma şartını öngörmesine rağmen, üreticilerin bu gereksinimleri nasıl yerine getirmeleri konusunda ayrıntılı bir açıklamaya yer vermediği kanaatindeydiler.
Ayrıca Self-Drive Act tasarısının hasar ve sorumluluk konularında da açıklığa kavuşturamadığı noktaların olduğu söyleniyordu. Örneğin; otonom araçlarda yaralanma veya vefat durumunda kimin dava edilebileceği; son kullanıcı tarafından araca güvenli olmayan bir yazılım yüklendiği takdirde meydana gelecek güvenlik sorunundan kimin sorumlu tutulacağı gibi hususların belirsiz kaldığını söyleyenler mevcuttu.
İşte bu yetersizlik ve belirsizlikler sebebiyle Demokratların eleştirilerine muhatap olan tasarı, Temsilciler Meclisi’nden geçmesine rağmen Senato’da takılmış ve gün bizim Türkiye’den aşina olduğumuz bir tabir ile kadük olmuştu.
Geçtiğimiz Eylül ayında ise bu mevzuat küllerinden doğmuş ve zümrüdüanka kuşu misali yeniden ABD’li yasa koyucuların gündemine geldi. Elbette, politik gündemde rüzgarın bu yönde esmesinde, aradan geçen iki yılda otonom sürüş teknolojilerinin olgunlaşmasının payı büyük. Kuvvetli bir ivme ile gelen bu teknoloji dalgasına hazırlıksız yakalanmak istemeyen yasama siyaseti, Cumhuriyetçi temsilcilerden Bob Latta’nın girişimleriyle Self-Drive Act yasa tasarısını 23 Eylül 2020 tarihinde yeniden Temsilciler Meclisi’nin önüne getirdi. Ancak bu tasarının değerlendirilmesinin Enerji ve Ticaret Komisyonu aracılığıyla 2021 yılının başlarında yapılacağı belirtildi. Yeni yıla girmemizle birlikte Self-Drive Act’in akıbeti yakın zamanda belli olacak gibi duruyor.
Eğer tasarı kabul edilirse üretici başına 2.500 olan otonom araç sayısı ilk yıl 25 bine, ikinci yıl 50 bine, sonraki iki yıl ise 100 bine çıkacak. Tabi üreticilerin bu sayılara ulaşabilmesi için mevzuatta öngörülen şartları karşılamaları gerekiyor.
Diğer yandan tasarının yeniden sunulması ile birlikte eleştirilerin sona erdiğini söyleyemeyiz. Self-Drive Act’in hala gizlilik, can güvenliği ve siber güvenlik konularında eksik olduğunu, hatta toplum refahı ve güvenliğinden çok otomobil üreticilerinin menfaatlerini koruduğunu söyleyenler var. Çok da uzak olmayan bir gelecekte (ve belki bizlerin saçı biraz daha beyazlamışken) ülkemiz açısından da önem arz edeceğini düşündüğümüz bu “geleceğin mevzuatın” yönelik gelişmelerin akıbetini yakından takip ediyoruz.
Öte yandan, okyanusun bize daha yakın olan kıyılarında da yasa koyucular, teknolojinin hızına yetişme kaygısıyla çalışmalarına devam ediyorlar. Meseleye bütüncül bir şekilde bakabilmek adına, Avrupa’daki otonom sürüş gelişmelerini de sizler için derledik.
Avrupa’daki gelişmeler
İngiltere
İngiltere’nin Hukuk Komisyonu karayollarında otonom araçları desteklemek için hangi kanunların değiştirilmesi gerektiğine ilişkin detaylı bir çalışma yürütüyor. Bugüne kadar otonom araçların düzenlenmesi konusunda yapılan çalışmaların bazıları geri bildirim almak amacıyla Hukuk Komisyonu tarafından yayınlanmıştı. Öneriler kapsamında kazaları araştırmak için uzman kurumların oluşturulması ve kazalarda sorumluluğun tahsisi için yeni yasal kavramlar öne sürülmüştü. Bu yeni yasal kavramlar, otonom araçları piyasaya sürecek şirketler için “Otomatik Sürüş Sistemi İşletmesi” (“Automated Driving System Entity”) ve belirli durumlarda aracın kontrolünü ele geçirmesi gereken sürücü için “Sorumlu Kullanıcı” (“User in Charge”) kavramlarıydı.
İngiltere’de yürürlükte olan Otomatik ve Elektrikli Araçlar Yasası (“The Automated and Electric Vehicles Act”) otonom araçların kamuya açık yollarda kullanılmasına izin veriyor ve zorunlu sigortayı otonom araçları da içerecek şekilde genişletiyor. Yol kullanımının önünü açan mevzuatlar ile bu kulvarda en ilerde koşan yasalar olarak değerlendiriliyor.
Hukuk Komisyonu’nun bu konudaki diğer çalışmaları arasında otonom araçların test süreçlerinin kodifiye edilmesi ve otonom araçların şeritte kalmasını sağlayan Gelişmiş Şerit Koruma Sistemleri’nin kullanımı amacıyla gerekli düzenlemeleri yapmak yer alıyor.
Fransa
Gözlerimizi Fransa’daki hukuki gelişmelere çevirdiğimizde, Otonom Araçların Test Süreçleri Usulü ile İşletmelerin Büyümesi ve Değişimi için Eylem Planı kapsamında düzenlemeler yapıldığını görüyoruz. Bu mevzuatın ise test yapmak isteyenlerin bir dizi izin almasını gerektirdiği dikkatimizi çekiyor. Fransa’da 2014 yılından bu yana 50’den fazla otonom araç test projesi gerçekleştirilirken, yeni projeler için de 40 milyon Euro ayrıldığı ifade ediliyor.
2019 yılında yürürlüğe giren Oryantasyon ve Hareketlilik Yasası ise araç verilerine erişme koşullarını düzenliyor. Bu düzenlemeye göre kaza soruşturmasında söz konusu verilere erişim sağlanabiliyor.
Almanya
Avrupa’daki son durağımız ise elbette Almanya. Kalbimizde yer etmiş pek çok otomobil markasını bize kazandıran o meşhur Alman mühendisliği, elbette otonom sürüş tarafında da boş durmuyor. W-140 kasa bir Mercedes gibi kesintisiz biçimde yol alan teknik gelişmelere duyarsız kalmayan yasa koyucular, otonom sürüş işlevlerinin kullanımında sürücülerin hak ve yükümlülüklerini düzenleyen Otonum Sürüş Yasası’nı 2017 yılında yürürlüğe sokmuştu. Emsallerine nazaran oldukça elle tutulur gelişmelerden biri olan bu mevzuat, teknolojik gelişmelerin hukuk ile etkileşimini ve hukuki gelişimleri tetikleme kabiliyetini de gözler önüne seriyor.
Yasa’da belirtilen şartları yerine getiren sürücüler, araçlarının sürücüsüz işlevlerini trafikte kullanabiliyorlar. Otonom araçların halka açık alanlarda, gerekli bariyer ve işaretlerin olduğu yollarda test edilmesinin önünü açan bu mevzuat, geleceğin düşündüğümüzden de daha yakın olduğunu gösteriyor. Nitekim yolların belirli bölümlerinde otonom araç kullanımının serbestleşmesi için ilgili trafik kanunlarında değişiklik yapma çalışmaları da halihazırda gündemde önemli bir yer teşkil ediyor. Bu tür çalışmalar ile Almanya hem Avrupa hem de küresel olarak otonom sürüşün geleceği üzerinde kalıcı etkileri olabilecek düzenleyici standartlar belirleyebilecek gibi duruyor.
Ülkemizde otonom araç düzenlemeleri
Tüm dünya bu konuyu çalışırken, ülkemizde de birtakım hukuki gelişmeler yaşanıyor. Konuyu tetkik ettiğimizde, otonom araçlar konusunda yapılan ilk çalışmaların Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın 2014 – 2016 dönemine ait aksiyon planında olduğunu görüyoruz. Daha sonrasında ise Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı tarafından 2016 – 2019 yılları arası aksiyon planı kapsamında otonom araçların testi için öngörülen uluslararası standartların Türkiye’de de uygulanması amacıyla çalışmalar yapılıyor. Otonom araçlar konusunda yapılan son çalışmanın ise Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın 5 Ağustos 2020 tarihinde yayınladığı Ulusal Akıllı Ulaşım Strateji Dokümanı olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte 2020 – 2023 Aksiyon Planı kapsamında Türkiye’de otonom araçların geliştirilmesi ve yaygınlaşması amacıyla tüm mevzuat ve altyapı çalışmalarının 2023 yılında tamamlanması hedefleniyor.
Tüm bu gelişmeleri bir arada değerlendirdiğimizde, otonom sürüşün her anlamda bir yarış şeklini aldığını görüyoruz. Yarışın bir kulvarında baretleri ve koruyucu gözlükleri ile mühendisler koşarken, diğer kulvarında da tokmakları ve yakın gözlükleri ile yasa koyucular koşuyor. En gelişmiş teknolojileri en erken üretenlerin önemli bir avantaj elde ettiği bu yarışta, avantajını hayata geçirmek isteyen ülkelerin yolu ise yine hukuktan geçiyor. Üretici menfaatleri ile kullanıcı ve yaya menfaatleri arasında hassas bir denge gözeten düzenlemelerin, bir yandan inovasyonu desteklerken bir yandan da geleceğin teknolojilerinin gelecekte kullanıcıları zor duruma sokmayacağından emin olması gerekiyor. Artık ülkemizde de gündem teşkil etmeye başlayan bu gelişmelerin akıbetini hep birlikte takip edeceğiz.