Dünyada yaşanan ticaret savaşlarının etkisiyle devletlerinticaret sahnesindeki pozisyonlarını gümrük politikaları ile güçlendirme projelerine yöneldikleri ve COVID-19 kaynaklı arz ve talep şoklarının zorunlu kısıtlamalara sebebiyet vermesiyle ulusal ekonomilerin risk kapasitesinin daraldığı bir dönemden geçiyoruz.
Ulusal ekonomilerin daralma dönemine girdiği zamanlarda kamuoyunun öncelikli tartıştığı konulardan biri olmasa da insanların ay sonu faturalarına verdikleri tepkiler ile benzin pompalarına düzenli olarak serzenişte bulunmaları ülkenin enerji sektörünün güçlü tutulması ve iktisadî açıdan bağımsızlığının sağlamlaştırılması ihtiyaçlarını gözler önüne seriyor.
Bu kapsamda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de enerji sektöründe geliştirilen kamu politikalarının küresel paradigma değişimlerine uyum sağlamaya çalıştığı görülüyor. Gerek yatırım ortamının korunması gerekse de enerji bağımsızlığının güçlendirilmesi adına hukukî altyapının ve regülasyonların son dönemde sıklıkla yapısal değişimlere konu olduğunu gözlemliyoruz.
Bu kapsamda, ülkemizde de Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile geçtiğimiz Aralık ayında enerji mevzuatlarında önemli değişiklikler yapıldı. Biz de BASEAK kamu politikaları, regülasyon ve rekabet ekibi olarak söz konusu kapsamlı değişiklikleri Ortak Av. Şahin Ardıyok ve EPDK kökenli takım arkadaşımız Av. İlker Fatih Kıl ile konuştuk:
En Kapsamlı Değişiklikler Yenilenebilir Enerjide
HAZAR: Son dönemde çok tartışılan ve önümüzdeki dönemde de sıkça tartışmayı beklediğimiz Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanundaki (YEK Kanunu) değişikliklerden başlamak istiyorum. İklim değişikliği ve çevresel sürdürülebilirlik önümüzdeki yıllarda da sıcaklığını koruyacak ve biz hukukçuların ana çalışma konuları arasında olacak gibi görünüyor. Bu kapsamda öncelikle Türkiye’de yapılan mevzuat değişikliklerinin nedenlerinden kısaca bahsedebilir misiniz?
ŞAHİN: Dışa bağımlılığın azaltılması ve öz kaynaklarla sürdürülebilir olması açısından yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi birçok ülkede teşvik edilmektedir. Aslında bilhassa gelişmekte olan devletler, çevresel sürdürülebilirlik hassasiyetlerinden çok işin “enerji bağımsızlığı” boyutuna odaklanıyor. Ancak, Avrupa Birliği’nin (“AB”) öncülüğünü yaptığı üzere dünyadaki “sıfır karbon” politikalarının, yenilebilir enerji kaynaklarından yapılan üretimin konvansiyonel karbon bazlı birincil enerji kaynaklarından yapılan elektrik üretimine nazaran çok daha çevreci olması nedeniyle, global enerji dönüşümünde baş rol oynadığını gözlemlemek mümkün. Bunun sonucu olarak, yenilenebilir enerjiye yönelim uzun vadeli bir hedef hatta zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla, yenilenebilir enerji teşvik ve yatırımları son dönemde oldukça hızlandı. Özellikle AB Yeşil Mutabakatı sonrası yalnızca AB üye devletleri değil, ihracatında AB pazarı önemli bir paya sahip tüm devletler yenilenebilir enerji teşvik ve desteklerini öncelikli planları arasına almaya başladılar. Her ne kadar henüz AB Yeşil Mutabakatı’nın icrası tam olarak başlamamış olsa da Şubat ayının başında Endüstriyel Gaz Emisyonlarına İlişkin Yönetmelik taslağının kamuoyu görüşüne açıldığını görüyoruz. Aynı şekilde, AB’deki karbon salınımına bağlı hava kirliliğini azaltmak üzere eylem planlarının da AB düzeyinde görüşe sunulduğu açıklandı. Bu kapsamda, AB’nin 2030’a kadar “%50 daha az karbon salımı” ve 2050 itibarı ile “net sıfır karbon” hedefi doğrultusunda hızlı bile diyebileceğimiz bir tempoda gerekli adımlarını attığı ortada. Sadece AB de değil, İngiltere de çok yoğun bir şekilde karbon salımını azaltma yönünde önemli politika adımları atıyor ve COP26 için yoğun bir çalışma yürütüyor.
Peki, Türkiye bu noktada nerede duruyor? AB özelinde baktığımızda konunun iki temel boyutu var:
- Karbonsuz bir ekonomi modeli öngörüldüğü için AB’nin uluslararası ticaretini de “sıfır karbon” politikasına uygun şekilde adapte etmeye hazırlanıyorlar. Bu bağlamda AB’nin “karbon sınır vergisi” veya “sınırda karbon düzenlemesi” gibi uluslararası ticaret enstrümanlarını devreye sokması planlanıyor. Dolayısıyla, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nin de bir güncellemeye ihtiyacı olacağı öngörülebilir tabi ki. Türkiye ile AB arasındaki ticaret açısından Yeşil Mutabakat süreci son derece önemli ve birtakım kırılmalara yol açabilir, en azından bazı sektörler açısından.
- AB açısından sınır komşusu ve önemli bir ticaret ortağı olan Türkiye’nin karbon salımını azaltması ve yenilenebilir enerjiye yönelmesi AB’nin hedeflerine ulaşması için de kritik önemde. Bu kapsamda, AB ile Türkiye arasında bilhassa yenilenebilir enerji eğitimlerinin, projelerinin ve sıfır karbon yatırımlarının artacağını öngörebiliriz. Keza, Türkiye’nin konuyla ilgili AB fonlarından etkin bir şekilde faydalanması çok kritik.
Bunların hepsi bir kenara, ülke olarak bizim de artık çevresel sürdürülebilirlik bakımından önlem almamız gerektiği aşikâr. Önümüzde güncel bir Teksas örneği var. Doğal gaza dayalı bir enerji altyapısı, beklenmeyen iklim koşullarında çökebiliyor ve birçok ülkeden coğrafi olarak büyük koca bir eyalet bir anda enerjiden yoksun bir hale gelebiliyor. Burada iklim değişikliğinin etkisiyle ortaya çıkan öngörülemez hava koşullarına karşı geleneksel enerji kaynaklarının ve iletim sistemlerinin yetersiz kaldığını ve yenilik ihtiyacının ortaya çıktığını görüyoruz. Daha da önemlisi çevre ile ilgili önlemler alınmadığında, faturanın Teksas’ta olduğu üzere çok daha yüksek olma ihtimali hiç de yabana atılacak gibi değil!
Türkiye olarak bu noktada kat etmemiz gereken önemli mesafeler var. Bununla birlikte, yenilenebilir enerji yatırımlarını artırmak üzere ciddi teşvik ve destek mekanizmaları da mevcut. Türkiye’de yenilenebilir enerji teşviklerinin yasal altyapısını ilk aşamada elektrik piyasasına yönelik olarak YEK Kanunu sağlıyor. İlk çıkış döneminde geniş sektörel destek gören YEK Kanunu, 2011 yılındaki değişiklikle döviz üzerinden 10 yıllık bir alım garantisi sağlayınca hem bankalar hem de üreticiler nezdinde gerçek anlamda bir tetikleyici oldu ve sektöre önemli yatırımlar çekildi. Son yıllarda, ekonomik daralmanın etkisi ve bilhassa döviz kurundaki dalgalanmalar nedeniyle döviz üzerinden işleyen YEKDEM mekanizması yatırımcılar için çekiciliğini daha da artırdı fakat YEKDEM maliyetleri öngörülenin çok üzerinde bir noktaya gelince sistem alarm vermeye başladı ve devlet, kapasite vermeyerek veya kapasite artışlarını onaylamayarak sistemi frenledi diyebiliriz. Zaten uygulamada yaşanan bazı çevre hukuku sorunlarına ek olarak teşvik edilen üretim yöntemlerine yönelik çevre aktivistlerinin eleştirileri de YEK Kanununda bazı revizyonları gerekli kılıyordu. Bilhassa, 2020 yılından sonraki yatırımlar için teşvik politikalarının nasıl şekilleneceği de merak konusuydu.
HAZAR: Sondan gidecek olursak çevre politikaları bakımından esas eleştirinin YEK Kanununda yer alan “biyokütle” tanımı ile ilgili olduğunu biliyoruz. Özellikle tarım ve orman ürünleri ile atık lastiklerin işlenmesi ile ortaya çıkan yan ürünler de tanım kapsamına alınarak bu ürünlerden elektrik üretiminin teşvik edilmesi hararetli biçimde eleştiriliyordu. Bununla ilgili bir düzenleme yapıldı mı?
İLKER: Yapılan değişiklikle;
- Kentsel atık yerine çöp gazı dâhil belediye atıkları eklendi,
- Tarımsal atıklar, gıda ve yem değeri olmayanlar ile sınırlandırıldı,
- Orman ürünleri ise endüstriyel odun dışındaki ürünler olarak tanımlandı.
Elbette bunlar görece olumlu gelişmeler. Bununla birlikte, çöp gazı ve atık lastiklerin halen elektrik üretiminde teşvik edilen biyokütle çeşitleri arasında yer alması çevresel sürdürülebilirlik açısından eleştirilebilecek hususlar olarak dikkat çekiyor. Ancak bu noktada Yasa Koyucu’nun politika tercihini çevreden ziyade öz kaynak (elektrik) kullanımını teşvik etmekten yana kullandığını söylemek mümkün. Her halükarda, çevresel risk faktörlerinin de maliyet unsuru olarak göz önünde bulundurulduğu iktisadi analizlerin yapılması ve bahse konu kararların bu analizlere dayanılarak verilmesi yerinde olacaktır.
HAZAR: YEK Kanununa yönelik uygulamada bizlere en çok sorulan sorulardan bir tanesi lisanssız elektrik üretimi yapan tesislerin ürettikleri ihtiyaç fazlası elektriğin 10 yıllık süre sonunda nasıl değerlendirileceği hususuydu. Zira eski Kanunda konuyla ilgili olarak biz hukukçuların tabiriyle bilinçli bir boşluk bulunmaktaydı. Yapılan değişikliklerle bu soruna bir merhem bulunmuş. Bize biraz bu konudan bahsedebilir misiniz?
İLKER: Yapılan değişiklikle birlikte, 10 yıllık sürenin sonunda lisanssız elektrik üretimi yapanlara elektrik piyasasında oluşan saatlik piyasa takas fiyatının yüzde on beşinin YEKDEM’e katkı bedeli olarak ödenmesi koşuluyla lisanslı üretim faaliyetine geçilmesine imkân sağlandığı görülüyor.
Diğer yandan, lisanssız üretim faaliyeti kapsamında üretilen ihtiyaç fazlası elektrik enerjisi için elektrik piyasasında oluşan piyasa takas fiyatını geçmemek üzere uygulanacak olan fiyat ile uygulamaya ilişkin usul ve esasların Cumhurbaşkanı tarafından belirleneceğinin düzenlendiği görülüyor. Bu kapsamda 30 Ocak 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile 1 Temmuz 2021 tarihinde 31 Aralık 2025 tarihine kadar işletmeye girecek olan YEK belgeli yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisleri için uygulanacak olan YEKDEM fiyat ve süreleri de belirlenmiş oldu.
Buna göre, 30 Haziran 2021 tarihine kadar işletmeye giren YEK’e dayalı elektrik üretim tesisleri mevcut fiyatlar ve Amerikan Doları üzerinden uygulanan tarife ile 10 yıl süreyle yararlanmaya devam edecek. Bu tarihten sonra işletmeye giren tesisler ise yeni fiyatlara tabi olacaklar. Buradaki en kritik nokta, 1 Temmuz 2021 ile 31 Aralık 2025 tarihleri arasında işletmeye girecek tesisler için geçerli olacak YEKDEM mekanizmasının Türk Lirası cinsinden belirlenmesi.
Türk Lirası’na dönüş yerli ekipman kullanılan yatırımlara verilecek ilave yerli katkı fiyatlarına da yansımış durumda. Yerli aksam konusunda uygulamada ciddi problemler yaratan bir diğer husus bunların tanımı, standardı, sertifikasyonu ve denetimi ile ilgili usul ve esasların düzenlenmemiş olmasıydı. Yeni değişikliklerle birlikte bu düzenlemelerin de Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle yapılacağı görülüyor. Uygulamadaki belirsizlikleri gidermesi bakımından son derece olumlu bir gelişme olarak görüyoruz.
Türk Lirası cinsinden belirlenen YEKDEM fiyatları her yıl üçer aylık dönemler halinde ve ilki 1 Nisan 2021 tarihinde olmak üzere Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim aylarında enflasyon ve döviz kurlarındaki değişiklikler esas alınarak ve her halde Amerikan Doları cinsinden tavan fiyat hesaplamasına tabi olarak güncellenecek. Dolayısıyla bu güncellemelerin yatırımcılar tarafından yakından takip edilmesi gerekecek. Ancak, her halükarda bu düzenlemenin yatırımcılar tarafından, ihtiva ettiği belirsizlik nedeniyle, cazip olarak değerlendirilmeyeceği öngörülebilir.
Döviz kurundaki dalgalanmalar sonrası artan teşvik yükünü azaltmak ve bir yandan da Türk Lirası kullanım alanını artırarak ulusal değerleri koruma amacını güden bu düzenlemelerin yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimine ilişkin teşvik mekanizmaları ile ilgili elbette birçok tartışmayı da beraberinde getireceğini öngörebiliriz. Burada önemli olan, verilen teşvikler ile piyasanın rekabetçi yapısının da bozulmaması gerektiği. Bir diğer ifade ile bu konudaki düzenlemeleri kuyumcu terazisiyle yapmak gerek.
HAZAR: Bu değişiklikler aslında döviz bazlı teşvik sisteminden vazgeçildiğini gösteriyor. Bununla birlikte, düzenleme tarihlerini birlikte değerlendirdiğimizde 30 Haziran 2021 tarihine kadar işletmeye giren üretim tesisleri ile bu tarihten itibaren işletmeye giren tesislerin aynı dönemde farklı teşvik rejimlerine tabi olacakları sonucu ortaya çıkıyor. Bu durumla ilgili uygulamada ne gibi sorunlarla karışılabiliriz?
İLKER: Şimdi buradaki ilk sorun, 30 Haziran 2021’e kadar kısmen işletmeye giren üretim tesislerinin bu tarihten sonra işletmeye girecek olan üniteleri için hangi teşvik mekanizmasından yararlanacakları konusu. Aynı tesis içerisindeki farklı ünitelerin farklı teşvik mekanizmalarına tabi olmasının teşvikin etkinliğini azaltacağı düşünülebilir. Kanaatimizce, bahse konu tesislerin kısmen de olsa devreye girmiş olmaları, teşvik sistemine dâhil oldukları anlamına gelecektir. Bu nedenle de sonradan devreye girecek olan ünitelerin de döviz bazlı teşvikten yararlanmaları gerekecektir. Biz tabi uygulamanın detayları ve piyasa aktörlerinin beklentileri doğrultusunda bu çıkarımı yapabiliyoruz ancak EPDK tarafından aksi yönde uygulama benimsenmesi ihtimalini de tamamen dışlayamıyoruz.
İşin bir de yatırım boyutu var. TL cinsinden belirlenmiş devlet teşvik ve yardımlarının proje finansmanlarını ve bu yöndeki finansman yatırımlarını cezbetmekte beklenen olumlu etkiyi yaratmayacağı öngörülebilir. Bununla birlikte, esasen ulusal düzeyde en azından kısa vadede elektrik piyasasında bir arz sorunu olmadığı dikkate alındığında böyle bir sistemin kurgulanması tek başına problem teşkil etmeyebilecektir. Her halükarda, arz-talep dengesinin gözetilerek yatırımlara ihtiyaç duyulduğunda tekrar döviz üzerinden teşvik verilebileceğini belirtmekte fayda var.
HAZAR: Enerji hukukunda geçmişe yönelik düzenlemeler zaman zaman gündeme geliyor. Örneğin elektrik piyasasında “kayıp-kaçak” konusunda yapılan geçmişe etkili düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından hukuka aykırı görülmemiş olduğunu hatırlıyoruz. Benzer bir durumun da YEK Kanununda yürürlük tarihinden önce 2017 yılında yapılan RES ihaleleri kapsamında da ortaya çıkabileceğini ön görüyoruz. Buradaki dikkat çeken bir durumdan söz edebilir miyiz?
ŞAHİN: YEK Kanunundaki değişikliklere baktığımızda Geçici Madde 7 ile yürürlük tarihinden önce yapılan yarışmalar kapsamında sıfır veya sıfırdan küçük teklif fiyatı ile kapasite tahsis edilen tüzel kişilerin yerli katkı fiyatlarından yararlanamayacağı yönünde bir düzenleme getirildiğini görüyoruz. Geçmişe etkili, hatta doğrudan geçmiş durumu hedef alan bir düzenleme.
HAZAR: Peki bu değişikliğin gerekçesi nedir?
ŞAHİN: Bu madde, esasen yarışmalarda sıfır veya sıfırdan küçük fiyat teklifi verilmesinin YEK destekleme mekanizmasından faydalanamayacağının bir beyanı niteliğinde. Yarışmaların yapıldığı tarihteki mevzuatta YEKDEM’den faydalanılmaması halinde de yerli katkı fiyatlarından faydalanılamayacağı hususu düzenlenmiş olduğundan bahisle, madde gerekçesinde yarışma şartlarının değiştirilmemesi amacıyla düzenleme yapıldığı belirtiliyor. Tabi bu gerekçenin kendisi başlı başına bir çelişki ortaya koyuyor. Zira YEK destekleme mekanizmasından faydalanılmaması halinde yerli katkı fiyatlarından da faydalanılamayacağı husus geçmiş tarihli geçerli mevzuatta düzenlenmiş ise, konuyla ilgili geçmişe dönük ayrı bir düzenleme ile hukukî tartışma yaratmanın gereği anlaşılamıyor. Bu konunun hukuki açıdan birçok tartışmaya gebe olacağı kanaatindeyim.
Burada senin de bahsettiğin Anayasa Mahkemesi kararının açtığı yol önemli. Bu kararda AYM, “mevcut kanun hükmünün farklı yorumlanmasından kaynaklanan ihtilafları gidermek amacıyla” geçmişe etkili yasal düzenleme yapılabileceğini ortaya koymuştu. Bu nedenle uygulamada Yasa Koyucu’nun ihtilaf yaratan düzenlemelerini geçmişe etkili düzenlemelerle ortadan kaldırma güdüsüyle yeni düzenleme yapabildiğini görüyoruz. Ancak, bu durum hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri açısından birtakım riskleri de ihtiva ettiğinden bu ve benzeri düzenlemeleri yaparken iki kere düşünülmesi gerekmekte.
HAZAR: YEK Kanunundaki denetim hükümlerinin de kaldırıldığını görüyoruz!
İLKER: Evet, YEK Kanunundaki denetim hükümleri, yeni değişiklikler ile isabetli biçimde kaldırılmıştır. Zira, YEK’e tabi üretim tesislerinin denetimi hususu zaten ilgili elektrik piyasası düzenlemeleri doğrultusunda yapılmaktadır ve bu hususta bağımsız denetleyici ve düzenleyici otorite olarak EPDK yetkili kılınmıştır. Dolayısıyla bu hususta yapılan değişiklik de oldukça olumlu.
HAZAR: Son olarak aslında Elektrik Piyasası Kanununda düzenlenen “lisansız yürütülebilecek faaliyetler” konusunda değişikliklere değinmek istiyorum. Yenilebilir enerji bakımından burada bir güncelleme var mıdır?
İLKER: Belirttiğin gibi Elektrik Piyasası Kanununun 14. maddesine “bağlı anlaşmasındaki sözleşme gücü ile sınırlı olmak kaydıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesisi” dâhil edilmiştir. Böylelikle, bu tür yenilebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretimi tesisleri için lisans alma yükümlülüğünün kaldırıldığı görülüyor.
Öte yandan, YEK Kanununa ekli yenilenebilir enerji kaynağına dayalı üretim tesis tipi ve uygulanacak fiyatları gösteren 1 sayılı Cetvel’de yapılan değişiklik yine de bir soru işareti yaratıyor. Zira, bağlantı anlaşmasına çağrı mektubu almaya hak kazanan yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı lisanssız elektrik üretim faaliyeti kapsamındaki tesislerin 1 sayılı Cetvel’e eklendiğini görüyoruz.
Yapılan Değişikliklerde Elektrik Piyasası Kanunu da Pas Geçilmiyor!
HAZAR: Yeni düzenlemelerle yapılan değişikliklerin önemli bir kısmı da Elektrik Piyasası Kanununa ilişkin. İlk olarak, “dağıtım şebekesi”nin artık daha farklı bir tanıma sahip olduğunu anlıyoruz. Doğru mudur?
ŞAHİN: Hem doğru hem yanlış. Şöyle ki, ilk olarak yeni bir düzenleme ile üreticilerin şalt sahasını dağıtım sistemine bağlamak üzere münferiden üreticiler için tesis edilen bağlantı hatları dağıtım şebekesinin tanımının dışında tutulmuştur.
Bununla birlikte, uygulamada aslında yeni bir durum yaratılmıyor. Zira Elektrik Piyasası Bağlantı ve Sistem Kullanım Yönetmeliği’nde zaten “tüketicilerin iç tesisatını dağıtım sistemine bağlamak üzere tesis edilen bağlantı hatları hariç dağıtım tesisi” şeklinde tanımlama yapılıyordu. Yani kanunun yapması gereken tanımı yönetmelik yapıyordu. Şimdi yeni düzenleme ile bu durum düzeltilerek Kanun yönetmeliğe uygun hale getirilmiştir (?).
HAZAR: Peki, gelelim birleşme ve devralma işlemleri kapsamında “hukukî inceleme raporu” olarak tercüme edilen ve uygulamada “due diligence raporu” olarak bilinen çalışmalarda önem arz eden hususlardan birine: Elektrik piyasasındaki hisse devri işlemlerinde EPDK izni şartı! Burada bir değişiklik var mıdır?
ŞAHİN: Evet son derece önemli bir değişiklik yapıldı.Değişiklik öncesi düzenlemede, elektrik piyasasında faaliyet gösteren tüzel kişiler için halka açık şirketler bakımından yüzde beş, diğer şirketler bakımından yüzde on ve üzerindeki sermaye payı değişiklikleri EPDK iznine tabiydi.
Yeni düzenleme ile artık sadece “tarifesi düzenlemeye tabi olan tüzel kişilerin” sermaye payı değişiklikleri için EPDK izni gerekecektir. Diğerleri için artık EPDK izni aranmayacak. Yani bir parametre değişikliği yapılıyor.
Tabi ki bu düzenleme tesislerin mülkiyetinin veya kullanım hakkının değişmesi sonucu doğuran iş ve işlemleri dışarıda tutuyor. Diğer bir ifadeyle, “tarifesi düzenlemeye tabi olma” şartı yalnızca sermaye payı değişiklikleri için öngörülüyor. Tesislerin mülkiyetinin veya kullanım hakkının değişmesi sonucunu doğuran iş ve işlemler için ise “piyasada faaliyet gösteren bir tüzel kişi olma” şartı korunuyor. Bu tür işlemler tarifesi düzenlemeye tabi olmasa da piyasada faaliyet gösteren şirketler için EPDK iznine ihtiyaç duymaya devam edecek.
HAZAR: Anladığımız kadarıyla elektrik piyasasındaki hisse devirleri için önemli bir liberalleşme söz konusu. Peki uygulamaya nasıl yansıyacak sizce? Kimler için anlam ifade ediyor bu esneklik?
ŞAHİN: Özellikle üretim lisans sahipleri ile görevli tedarik şirketi haricindeki tedarik lisans sahipleri artık kendileri için zaman ve nakit kaybına yol açan EPDK izni sürecini bertaraf ederek hisse devir işlemlerini hızlandırabileceklerdir.
HAZAR: Üretim tesis bağlantısı için iletim tesisi yatırımıyapmak zorunda kalan şirketlere TEİAŞ tarafından yapılan geri ödeme konusunda da iyi haberler var gibi…
İLKER: Kesinlikle! Eskiden söz konusu geri ödemenin üst sınırı 10 yıldı. Gerçek şu ki ülkemiz koşullarında bir yatırımın geri ödemesi için 10 yıllık süre son derece uzun ve finansal açıdan belirsizlik yaratan bir süre. Yapılan değişiklikler ile son derece isabetli bir biçimde geri ödemenin üst sınırı 5 yıla düşürülmüştür. Böylelikle iletim tesisi yatırımı yapacak şirketlerin ekonomik yükü de belirli oranda azaltılmıştır.
HAZAR: Bir diğer merak ettiğimiz konu, elektrik piyasasında denetim konusu. Mevzuat ve uygulamayı birlikte değerlendirdiğinizde EPDK ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yetki alanları birbirine geçebiliyordu. Yeni düzenlemede bununla ilgili bir değişiklik var mıdır?
İLKER: Sorunun cevabı aslında “Evet” ama biraz cılız bir “Evet”. Önceki düzenlemede elektrik piyasasında dağıtım şirketleri hariç olmak üzere elektrik piyasası faaliyetleri ile lisanssız faaliyet gösteren kişilerin inceleme ve denetimleri EPDK tarafından gerçekleştirilmekteydi. Dağıtım şirketlerinin inceleme ve denetiminde ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkilendirilmişti ancak bu yetki ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşlarına devredilebiliyordu.
Yapılan değişiklikler ile söz konusu devir konusu EPDK’yı da kapsayacak şekilde netleştirilmiştir. Bununla birlikte, Elektrik Piyasası Kanunu incelendiğinde dağıtım şirketlerinin denetimi konusunda yetkili kurumun Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı olduğu görülüyordu ancak Bakanlık’ın ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşlarına bu denetim yetkisini devredebileceği öngörülüyordu. Söz konusu yetki devrinin EPDK’yı kapsayıp kapsamadığı hususu tartışmalı olmakla birlikte yetki devrinin EPDK’ya yapılabileceği kabul ediliyordu ve uygulamaya da böyle yansıyordu. Dolayısıyla, bahse konu değişiklik olmasaydı da EPDK’nın sektörel düzenleyici otorite olması nedeniyle Bakanlık tarafından yetkilendirildiği takdirde dağıtım şirketleri de dâhil olmak üzere tüm sektöre denetim yetkisinin bulunduğunu kabul etmek gerekirdi. Kanun değişikliği ile bu husus da netleştirilmiş oldu.
HAZAR: Sürpriz olmayan ancak dikkat çekici olan bir konuya dikkat çekmek ve sizlerin görüşlerini almak istiyorum. Ulusal tarife uygulaması 31.12.2025’e kadar uzatıldı.
ŞAHİN: Fiyat eşitleme mekanizması ve ulusal tarife uygulamasının temel amacı, düzenlemeye tabi tüketicilere ilgili mevzuat gereği yansıtılması gereken maliyetlerin bölgesel etkilerini geçiş dönemi süresinde ortadan kaldırmak veya daha doğru bir ifadeyle tüm ülke sathındaki tüketicilere yaymak.
Bu cümle kulağa kötü gelmiyor ancak sektör tecrübemizden biliyoruz ki aslında ulusal tarife uygulamasının uzatılması maalesef piyasada öteden beri gelen bir takım yapısal sorunların halen çözülemediğinin ve bir çare üretilemediğinin göstergesi olarak kabul edilebilir.
İLKER: Özellikle yatırımcıların beklediği, yapısal sorunların kalıcı olarak çözülüp bölgesel tarife uygulamasına geçilmesi. Bunun da çok kolay olmadığını söylemek gerekir. Bu kapsamda yakın dönemde pozitif bir beklentiye girilmemesinde fayda var.
HAZAR: Uygulamada TEİAŞ ile yapılan sistem kullanım anlaşmalarından kaynaklı olarak TEİAŞ tarafından belirlenen cezai şartlar ve yaptırımlara ilişkin uyuşmazlıklarda yetkili yargı kolunun hangisi olduğu tartışmalıydı. Bu konuda da yasa koyucunun sessiz kalmadığını görüyoruz.
İLKER: Gerçekten de yasa koyucu, buradaki tartışmaları sona erdiriyor. Bahsettiği konulara ilişkin görevli yargı kolu, idari yargı. Kanun artık açık. Ayrıca, artık bu tarz ihlallerden EPDK’nın yaptırım uygulamaması gerektiğini de belirtmek gerekir. Ancak, bu konuda hukuki problemlerin devam edebileceğini öngörmek mümkün.
Argumentum a contrario yorumla, bahse konu düzenlemenin istisnai olduğu ayrıca istisnaların dar yorumlanması kuralı kapsamında dağıtım şirketlerinin tarafı olduğu sistem kullanım anlaşmalarından kaynaklı uyuşmazlıklar ile TEİAŞ’ın taraf olduğu sistem kullanım anlaşmalarından kaynaklı bahsettiğin hususlar dışındaki uyuşmazlıklar için de artık adlî yargının görevli olduğu söylenebilir.
Doğalgaz Piyasası Önümüzdeki Dönemde Daha Çok Konumuz Olacak!
HAZAR: Röportajımızın son bölümünde Doğalgaz Piyasası Kanunundaki değişikliklere değinmek istiyorum. İlk dikkatimi çeken şu; yeni Kanunda “organize toptan doğal gaz satış piyasası (OTSP)” diye bir tanım var. Nedir bu?
İLKER: Haklısın bu tanım Kanunda yeni. Kısaca OTSP şöyle tanımlanıyor: “Doğal gaz sisteminden yararlanan lisans sahiplerince doğal gazın alım-satımının ve dengeleme işlemlerinin yapıldığı piyasalar, ileri tarihli fiziksel teslimat gerektiren doğal gaz piyasaları ve Kurul tarafından belirlenen diğer doğal gaz piyasası işlemlerinin gerçekleştirildiği, Kurul tarafından düzenlenen piyasa”.
Liberalleşme rüzgârı, doğal gaz piyasası için elektrik kadar hızlı esmiyor. Bu bakımdan OTSP’nin tanımlanması çok önemli. Tabi yolun çok başındayız. Piyasanın arzu edilen derinliğe ulaşması için önümüzde epey yol var.
HAZAR: OTSP’nin kurulması ile bağlantılı olarak elektrik piyasasından “son kaynak tedariki” diye bir kavramın doğal gaz piyasasına da ihdas edildiğini görüyoruz. Bunu da açıklayabilir misiniz?
İLKER: Doğalgaz Piyasası Kanununa göre yükümlülüklerini yerine getirmeyen bir lisans sahibinin sistem işleyişini aksatmaması için Kanun’a eklenen bir kavramdır “son kaynak tedariki”. Anılan sebeple doğal gaz tedarik edilemeyen veya serbest tüketici olma hakkına sahip olduğu halde gaz tedariki sağlanamayan tüketicilere EPDK tarafından belirlenen yöntem çerçevesinde yetkilendirilen lisans sahiplerince gaz arzı sağlanmasını ifade etmektedir.
Ayrıca yeni düzenlemeye göre EPDK, bazı şirketlere OTSP’de işlem yapma yükümlülüğü de getirebilecektir.
HAZAR: Görünen o ki OTSP’de işlem hacmi biraz da devlet katkısıyla artırılacak. Dolayısıyla doğalgaz piyasası da önümüzdeki günlerde daha fazla hukuki tartışmalara konu olacak.
Son olarak enerji piyasalarındaki küresel gelişmelerle ilgili görüşlerinizi almak isteriz. AB Yeşil Mutabakatı’nı röportajımızın başında konuşmuştuk ve bunun AB’nin ticaret stratejilerine kalıcı etkilerinin olacağından bahsetmiştik. Bunun belki de ilk yansımasını Brexit’te gördük. AB ile Birleşik Krallık arasındaki ticarete karbon emisyonlu araçlar dâhil edilmedi ve bunun için ayrı bir anlaşma yapılacağı vurgulandı. Zira Birleşik Krallık, yenilebilir enerjide küresel öncülerden biri olma hedefinde. Bu kapsamda, karbon emisyonsuz araç üretimine geçiş hızlandırıldı ve önümüzdeki yıl için sıfır karbon taahhütleri verildi.
Türkiye, AB ile arasındaki gümrük birliği anlaşmasının getirilerini İngiltere ile olan ikili ticaret anlaşmasına da taşıdı. Ancak İngiltere’nin yenilenebilir enerji politikaları da Yeşil Mutabakat’a paralel olarak şekillendiği için ticari ilişkilerimizin geleceği aslında Türkiye’nin de AB ve Birleşik Krallık’taki gelişme hızına yetişmesine bağlı. Bu konuda Türkiye nerededir ve neler yapmalıdır?
ŞAHİN: Öncelikle yapılması gereken Paris Anlaşması’nın TBMM’de onaylanması. Trump’ın oluşturduğu direnç noktası aslında Paris Anlaşması’na karşı bir kampın da ayakta kalmasını sağlıyordu. Fakat Biden yönetimde bu algoritma artık geçerli değil. Çin ve Hindistan’ın bile bu konuda birçok taahhüt vermeye başladığını görüyoruz. Bu nedenle, Türkiye’nin Anlaşma’yı imzalamasına rağmen henüz onaylamayan tek G20 ülkesi olmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Aksi takdirde önemli ticarî ihtilafların çıkması kaçınılmaz.
İkinci olarak, fosil yakıttan uzaklaşılması bir başka gereklilik. Hane halkının kömür kullanımının önüne geçilmesi lazım cümlesini kurabiliriz ancak mevcut ekonomik koşullarla birlikte bu cümlenin uygulanması kurulduğu kadar kolay olmayabilir. Zira, sene başından beri üçüncü doğalgaz zammını karşıladık bu ay. Bununla birlikte, otomotiv sektöründe elektrikli araç kullanımını artırmak ve teşvik etmek çok önemli bir adım olacaktır. Biz BASEAK olarak Türkiye Elektrikli ve Hibrid Araçlar Derneği (TEHAD) bünyesinde elektrikli araç ve otonom sürüş altyapılarının gelişimine hukukî desteğimizi sağlıyoruz. Ancak bunun kamu politikalarına yayılması ve bir an önce hukukî düzenlemelerin hayata geçirilmesi şart. Elektrikli araçlara yönelik ÖTV’nin artırılması gibi adımlar bu gelişim sürecini önemli ölçüde yavaşlatıyor ve “temiz enerji” politikalarımızı sorgulatıyor elbette.
“Sıfır karbon”a dayalı ekonomi dediğimiz yurtdışında “Yeşil Devrim” veya “Temiz Enerji Devrimi” olarak adlandırılıyor. Buna bir devrim denmesinin sebebi bütün enerji altyapılarında ve şehir sistemlerinde köklü değişikliğe ihtiyaç duyulması. Bu da çok ciddi bir yatırım ve politika önceliği. Türkiye’nin öncelikleri ise daha temel düzeyde şu an. Bununla birlikte Türkiye’de “temiz enerji” kullanımının artmasının somut ekonomik getirilerinin hem ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına hem de kamuoyuna daha fazla gösterilmesi gerekiyor.
Dünyada yeni bir trend de hidrojen enerjisi üretiminin yaygınlaştırılması. Birleşik Krallık; gaz, rüzgâr ve sudan hidrojen enerjisi üretmeyi ve bunu kullanıma sokmayı hedefliyor. Yine İskandinav ülkelerinde de atık enerjinin yeniden değerlendirilmesi bakımından hidrojen üretimine ilişkin inovatif üretim çözümleri üzerinde çalışıldığını görüyoruz. Türkiye’nin bu noktada yakın dönemde üretken hale gelmesi zor ama imkânsız değil. Yatırımcıların hidrojen üretimi konusunu çalışmaları gerek. Bununla birlikte, özellikle Arap Yarımadası, Orta Doğu ve Doğu Avrupa pazarları için bir üretim/inovasyon merkezi olarak Türkiye’nin konumlandırılması ve yatırımın teşvik edilmesi sağlanabilir. Önümüzdeki 50 yıl içinde hidrojen üretiminde öncül yatırım merkezlerinden olunması bir hayal değil. Tabi ki her şeyden önce istikrarlı ve ayakları yere basan ve dünyadaki gelişmeleri doğru okuyabilen bir politika çalışması yapılması gerekiyor.
Tabi bir de, ülkenin ekonomik gerçekleri var. Şu anki ekonomik koşullar altında enerji üretiminde acil bir adım ihtiyacı var mı ona bakılıyor. Burada da kısa vadede en azından bir arz sorunu olmadığı için genel bütçenin yenilenebilir enerji teşvikleri gibi ilave yüklerle yorulmaması hedefleniyor. O yüzden bir süre daha küresel gelişmeleri takip etmeye ve piyasa bilincini artırmaya odaklanacağız gibi görünüyor. Bu nedenle belki de önümüzdeki dönemde ülkemizde öz kaynak olarak nitelendirilebilen “enerji verimliliğinin”arttırılması konusunda gerek kamu gerekse özel sektörde önemli adımlar atılması beklenebilir.