Türkiye’de 2000’li yılların en ciddi enflasyon problemi yaşanırken, devlet de bu sorunla mücadele etmek için elindeki tüm imkanları seferber ediyor. Farklı alanlarda yapılan çeşitli çalışmaları temel olarak iki ana gruba ayırmak mümkün: (i) Uzun vadede enflasyona yol açan temel sorunları gidermeyi amaçlayan yapısal tedbirler ve (ii) kısa vadede enflasyonun olumsuz sonuçlarının etkisini hafifletmeye yönelik doğrudan müdahaleler. İlk grupta yer alan çalışmalara örnek olarak, ihracata dayalı üretimin teşvikine yönelik para ve maliye politikası hamleleri örnek gösterilebilir. İkinci grupta yer alan çalışmaların belirgin görünümlerinden bir tanesi ise zincir marketlerin fiyat politikalarına yönelik müdahaleler. Yerel idarelerin ve zabıtaların market bazındaki yerinde denetimleri, Ticaret Bakanlığı (“Bakanlık”) bünyesinde oluşturulan Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu’nun çalışmaları, Rekabet Kurulu’nun zincir marketlere ve tedarikçilere yönelik soruşturma ve yaptırımları bu grupta yer alan müdahalelerin somut örnekleri arasında sıralanabilir.
Yakın zamanda enflasyonun sonuçları ile mücadeleye yönelik bir adım daha atıldı ve Perakende Ticarette Uygulanacak İlke ve Kurallar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te (“Yönetmelik”) yapılan değişiklikle, 200’den fazla şubesi olan zincir marketlere satışa sundukları ürünler ile şubelerine ilişkin verileri Bakanlık tarafından belirlenen bir sisteme aktarma yükümlülüğü getirildi. Bakanlık dilerse bu verileri kamuoyu ile paylaşabilecek, böylece piyasadaki şeffaflık artacak ve tüketicilerin fiyat karşılaştırması yapması kolaylaşacak.
Bu yazıda, Yönetmelik değişikliğine ve yeni veri paylaşımı yükümlülüğüne farklı boyutlarıyla kısaca bakacağız. Öncelikle yapılan bu değişikliğin yürürlükteki mevzuat ile uyumuna dair düşüncelerimizi paylaşacağız. Ardından konuya iktisadi bir pencereden bakarak, bu değişikliğin olası iktisadi etkilerini değerlendireceğiz. Son olarak, Yönetmelik değişikliğinin düzenleyici etki analizine (“DEA”) tabi tutulmamasından kaynaklanan problemlere değineceğiz.
1. Yönetmelik Değişikliğinin Çeşitli Hukuk Kuralları ile İlişkisi
Bu başlık altında öncelikle Yönetmelik ile getirilen sınırlamayı ve bu sınırlamanın yalnızca 200’ün üzerinde şubesi olan zincir marketlere yönelik olarak getirilmiş olmasını anayasal prensipler çerçevesinde ele alacağız. Ardından yeni kuralları rekabet hukuku perspektifinden inceleyeceğiz.
Anayasal ilkeler bakımından değerlendirmeler
Yönetmelik’le getirilen veri paylaşım yükümlülüğü yalnızca şube sayısı 200’den fazla olan zincir marketler için geçerli. Diğer bir ifadeyle, şube sayısı 199 olan zincir marketler anılan yükümlülüğe tabi değil. Hatta, Yönetmelik’le getirilen yükümlülüğün, fazla maliyete neden olacağı kanaatinde olan zincir marketlerin, sırf bu yükümlülükten kurtulmak amacıyla, az kâr eden bir takım şubelerini kapatmaları dahi gündeme gelebilir.
Bu anlamda ilk etapta sadece şube sayısı 200’den fazla olan zincir marketler için yükümlülük getirilmesinin Yönetmelik’le yapılıp yapılamayacağına bir bakalım. Anayasal çalışma ve sözleşme hürriyetine bir müdahale teşkil eden bu yükümlülüğün sadece şube sayısı 200’den fazla olan zincir marketler için getirilmesine yönelik bir yasal dayanak bulunmamakta. Gerçekten, Yönetmelik’in yasal dayanakları olan 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un ve – ekonomik ve sosyal hak niteliğindeki çalışma hakkını doğrudan sınırlayıp sınırlayamayacağı hukuken tartışmalı olan – 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin ilgili hükümlerinde, sözü edilen “200” sayısını meşru kılacak bir düzenleme bulunmuyor.
Anayasa’nın 13. maddesi gereği, temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği öngörüldüğünden, Yönetmelik’le, şube sayısı 200’den fazla olan zincir marketler bakımından yükümlülük getirilmesinin Anayasa’nın 13. maddesine aykırı olduğunu düşünüyoruz. Keza söz konusu yükümlülüğün yalnızca şube sayısı 200’den fazla olan zincir marketler için getirilmiş olmasının nedeni de anlaşılamadığından, anılan hükmün Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine de aykırı olabileceği kanaatindeyiz. Bu yükümlülüğe uyulmaması halinde, 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da idari para cezasının öngörülmüş olduğu dikkate alındığında, anılan eşitsizlik daha dikkat çekici hale geliyor.
Bundan başka, dayanak kanun olan 6585 sayılı Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’da, Ticaret Bakanlığı’na “Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak oluşan tereddütleri gidermeye, ikincil düzenlemeler yapmaya ve her türlü idari tedbiri almaya” gibi geniş ve kapsamı belirsiz yetkiler verildiği dikkate alındığında, Yönetmelik’le Ticaret Bakanlığı’na verilen yetkinin – şeklen – kanuni dayanağı varmış gibi görünmekte. Keza, yukarıda vurgulandığı üzere Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile ekonomik ve sosyal hakların kanuni dayanak olmaksızın doğrudan sınırlanıp sınırlanamayacağı hususu tartışmalı olmakla birlikte, aynı tespit, dayanak niteliğindeki 1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi için de söylenebilir zira anılan kararnamenin ilgili hükmünde Ticaret Bakanlığı’na “Lüzumu halinde, ticari faaliyetlere ya da bu ticari faaliyetleri yürütenlere yönelik düzenlemeler yapmak ve bunların uygulanmasını sağlamak” gibi içeriği muğlak yetkiler verilmiştir. Kanun ve Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Ticaret Bakanlığı’na verilen bu geniş yetkiler dikkate alındığında, Yönetmelik’le getirilen yükümlülüğün, Anayasa’nın 7. maddesinde düzenlenen yasama yetkisinin devredilemeyeceği yönündeki (anayasal) kurala aykırı olup olmadığı ayrıca bir tartışma konusudur.
Rekabet hukuku perspektifinden inceleme
İncelediğimiz Yönetmelik değişikliği, devletin farklı kurumlarının zincir marketlerden kaynaklı problemlere ve bunların sebeplerine yönelik farklı ve çelişkili fikirlere sahip olduğunun göstergesi niteliğinde.
Geçtiğimiz yıl zincir marketlerin Rekabet Kanunu’na aykırı uygulamalarda bulunduğuna kanaat getiren Rekabet Kurulu’na göre piyasadaki temel problemlerden bir tanesi zincir marketlerin piyasayı şeffaflaştırmak suretiyle fiyatların ortak belirlenmesini kolaylaştırmasıydı. Hatta kamuya açık şekilde gerçekleştirilen sözlü savunma toplantısında Rekabet Kurulu başkanı zincir marketlerin pazar araştırma şirketlerinden bilgi toplama uygulamalarını dahi sorgulamış ve pazarın halihazırda gereğinden fazla şeffaf olduğunu ima etmişti.
Yönetmelik ile getirilen yeni veri paylaşımı yükümlülüğü ise, Bakanlığın piyasanın yeterince şeffaf olmadığını düşündüğünü ve şeffaflığı arttırmak için merkezi bir veri havuzu oluşturmayı hedeflediğini gösteriyor.
Rekabet Kurulu ve Bakanlık’ın karşıt politikalar benimsemesinin temel sebebinin, problemi farklı tanımlamış olmalarından kaynaklandığı ileri sürülebilir.
Rekabet Kurulu, zincir marketlere ait hassas ticari verilerin rakiplerce çok kolay bir şekilde elde edilebilir olmasının, oligopolistik bir pazarda faaliyet gösteren ulusal zincir marketlerin fiyatlarını ortak bir şekilde belirlemesini kolaylaştıracağına ve bunun da pazar rekabetine zarar vereceğine inanıyor. Kurul, piyasadaki şeffaflığın azalmasının, rekabetçi ortamı iyileştireceği düşüncesiyle, piyasayı daha şeffaf kılabilecek her türlü uygulamaya şüpheyle yaklaşıyor.
Pazardaki şeffaflığın artmasının rekabet üzerindeki bir diğer olası olumsuz etkisi de merkezi veri paylaşım sistemi kurulmasının, alıcı konumundaki zincir marketlerin, rakiplerine ait hassas bilgilere erişimini kolaylaştırmak suretiyle daha da fazla pazarlık gücüne kavuşmalarına olanak tanıma ihtimali. Mevcut durumda, zincir marketlerin Bakanlık ile hangi verileri paylaşmak durumunda olacağı ve bunların ne ölçüde kamuya açık hale getirileceği hususları belirsiz. Ancak özellikle zincir marketlerin tedarik koşullarına dair bilgilerin şeffaf hale gelmesi durumunda, en büyük ölçekli zincir marketlerin (özellikle büyük indirim marketlerinin), bu bilgileri sağlayıcılar ile yapacağı pazarlıklarda kullanması ve kendi alım koşullarının rakiplere kıyasen daha avantajlı hale getirilmesini talep etmesi mümkün olabilecek. Halihazırda büyük ölçekli zincir marketlerin alıcı gücü zaten oldukça yüksek seviyede ve bu durum Rekabet Kurumu tarafından piyasanın yapısal problemleri arasında görülüyor.
Esasen pazarın en büyük oyuncularının alıcı gücünün artması kısa vadede fiyatların düşmesini sağlayabilir. Ancak orta ve uzun vadede, en büyük oyuncuların ölçek ekonomilerinden kaynaklanan avantajlarını daha da arttırması ve önce KOBİ niteliğindeki bakkal ve süpermarketlerin, ardından da görece küçük ölçekli zincir marketlerin pazardan dışlanması da ihtimal dahilinde. Alıcı gücünün kontrolsüzce artması halinde, gelecekte büyük indirim marketlerinin hakimiyeti altında bir pazar yapısı ile karşılaşma riski de göz ardı edilmemeli. Bu sebeple, alıcı gücünü arttırma potansiyeli olan düzenlemelerin mutlaka uzun dönemdeki etkileri bakımından dikkatlice değerlendirilmesinde fayda var.
Görüldüğü üzere, Yönetmelik değişikliğinin ulusal zincir marketler arasındaki rekabeti zayıflatabilecek ve Rekabet Kanunu ile gözetilen amaçlara aykırılık teşkil edebilecek bazı sonuçlar doğurması muhtemel. Geçmişte Rekabet Kurulu Türk Eczacılar Birliği gibi kanun ile tesis edilen kurumlar tarafından yapılan bazı düzenlemelerin Rekabet Kanunu’na aykırı olduğu yönünde kararlar da vermiştir. Ancak bu yönde bir karar alınabilmesi için, düzenlemeyi yapan kurumun, düzenlemeye konu faaliyetler bakımından iktisadi faaliyetler sunan bir teşebbüs niteliğinde olması gerekmekte. Bakanlık’ın teşebbüs niteliğinde olmadığı açık olduğundan, Rekabet Kurulu’nun Yönetmelik değişikliğine dair bir inceleme başlatması tabii ki mümkün görünmüyor. Bununla birlikte, Yönetmelik değişikliğinin Rekabet Kanunu’na aykırılık teşkil etmesi halinde, kanuna aykırı olan bu değişikliğin Danıştay tarafından iptali söz konusu olabilir.
2. Yönetmelik Değişikliğinin Olası İktisadi Etkileri
Yönetmelik’te veri paylaşımına ilişkin getirilen değişikliğin iktisadi etkileri üç temel başlık altında toplanabilir. Aşağıda her bir başlığa dair kısa değerlendirmelerimize yer vereceğiz.
Rekabet dinamikleri ve pazar yapısı üzerindeki olası etkileri
Teşebbüslerin birbirleriyle rekabet edebilmelerine sebep olan ve bunu baskın bir strateji haline getiren temel unsur, rekabet ettikleri diğer teşebbüslerin hareketlerindeki ileriye yönelik belirsizliklerdir. Hangi fiyatı uygulayacak? Daha ne kadar daha bu fiyattan satabilir? Elinde ne kadar stok var? Alış fiyatı ne kadardır? gibi sorular bu belirsizliğin somutlaştırılmış halleridir. Yönetmelik değişikliğinden anlaşıldığı kadarıyla – açıkça belirtilmese de – satışa sunulan ürünlerin alış fiyatı, stok miktarı gibi stratejik verilerin toplanması ve kamuoyu ile paylaşılması hedeflenmektedir. Bu durum yukarıda bahsettiğimiz rekabet ortamını yaratan belirsizliğin ortadan kalkması anlamına gelebilecektir. Bu da teşebbüslerin fiyatlar konusunda zımni danışıklık veya uyumlu eylem gibi koordinasyon arttırıcı faaliyetlerini kolaylaştırıcı bir ortam yaratacaktır. Bu durum, ilgili maddenin başında belirtilen etkin ve sürdürülebilir rekabet şartları hedefi ile çelişmektedir.
Fiyat konusunda teşebbüs davranışlarını tek tipleştirmenin orta vadede pazar yapısına dair etkileri de ortaya çıkarabileceğini belirtmek gerekir. Gerek Rekabet Kurumu’nun perakende sektörüne ilişkin raporunda[1] gerekse bu sektöre ilişkin geçen yıl verilen Rekabet Kurulu kararında[2], indirim marketlerin pazardaki liderliğine vurgu yapılmaktadır. Sahip oldukları ölçek ve maliyet avantajından kaynaklanan bu liderlik, diğer ulusal zincir ve yerel marketlerin – tüketicilerin fiyat hassasiyetlerini göz önüne alarak – piyasa yoluyla indirim marketlerinin fiyatlarını takip etmelerine sebep olmaktadır. Yönetmelik değişikliği, nihai satış fiyatlarının şeffaflaştırarak tüketicilerin fiyat hasiyetini daha da arttırıp, indirim marketlerle aynı ölçek ve maliyet avantajına sahip olmayan marketleri ve hatta bakkalları fiyat baskısı altında bırakabilecektir. İlk etapta olumlu bir gelişme gibi algılanacak bu süreç, bahsi geçen teşebbüslerin karlarının erimesine ve rekabetçi bir avantaj sunamadıkları durumda da piyasa dışına çıkmalarına sebep olacaktır. Bu da pazardaki yoğunlaşma eğilimine katkıda bulunacak ve ilgili maddenin başında belirtilen etkin ve sürdürülebilir rekabet hedeflerine aykırı bir durum ortaya çıkaracaktır.
İşlem maliyetleri yaratma potansiyeli ve kamu kaynaklarının fırsat maliyeti
Yönetmelik değişikliği ile ortaya çıkacak bir başka husus ise işlem maliyetlerinin artışına yöneliktir. Verilerin toplanması, iletilmesi, güncellenmesi, işlenmesi ve paylaşılması, söz konusu Yönetmelik ile hedeflenen amacın yanında, gerek kamu gerekse tabi olan teşebbüsler için oldukça yüksek işlem maliyetini beraberinde getirecektir. İndirim marketler için 10 bine varan, diğer ulusal marketler için 40 bini aşan ürün çeşidi düşünüldüğünde, bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin her yerine yayılan şube ağlarının binler, hatta 10 binler ile ifade edildiği bir pazarda, yerelde farklı fiyatlamaların uygulandığı düşünüldüğünde işlem maliyetlerinin ne boyutlara ulaşacağı tahmin edilebilir. İşlem maliyetlerini arttıran bir diğer unsur ise son iki yıldır yaşadığımız yüksek enflasyonun sürekli fiyat değişikliklerini gerektirmesidir. Bu durum bütün bu bahsedilen işlemlerin sıklığını ve karmaşıklığını arttıran ilave bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabi ki bu tür işlem maliyetlerinin bazı algoritma ve hatta yapay zekâ uygulamaları ile azaltılabileceği savunulabilir. Fakat, bu teknolojilerin de hala çok gelişmiş olmadığı, gerek kamu gerekse teşebbüsler için hala pahalı olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Bu konuya dair akla gelen bir başka soru ise şudur: Eğer amaç tüketicilerin fiyat karşılaştırması yapabilmesinin sağlanması ise, hali hazırda bazı özel girişimler tarafından ticari olarak yapılan bu iş neden kamu tarafından üstlenilmektedir? Takdir edileceği üzere, fiyat karşılaştırma siteleri bir süredir marketlerde satılan ürünler için de bu hizmeti sunmakta ve bundan ticari kazanç elde etmektedir. Kamunun bu işi üstlenmesi öngörülebilecek iki fırsat maliyetini beraberinde getirmektedir. Bunlardan ilki özel sektörün bu alandan dışlanması, ikincisi ve belki de daha önemlisi ise bu alana harcanan kamu kaynakların toplum için daha faydalı olabilecek diğer proje ve yatırımlardan sapması şeklinde olabilecektir. Söz konusu Yönetmelik değişikliği hazırlanırken bir etki analizi yapılmadığı için bunların boyutlarını tahmin etmek zordur.
İstenmeyen dolaylı etkileri
Yukarıda sayılan olası doğrudan etkilerin yanında, Yönetmelik değişikliği ile ortaya çıkabilecek istenmeyen bazı dolaylı etkilere de değinmek faydalı olacaktır. Sosyal bilimlerde ve özellikle iktisatta, “istenmeyen sonuçlar” (unintended consequences), kamu otoritesinin yaptığı düzenlemelerin ilk etapta tahmin edilmeyen ve çoğu zaman da istenmeyen etkilerine işaret etmektedir[3]. Yönetmelik değişikliği ile getirilen veri paylaşımına ilişkin düzenlemenin akla gelen iki istenmeyen sonucundan bahsetmek mümkündür.
Bunlardan ilki, söz konusu yoğun veri paylaşımına yönelik yatırımcıların tepkisidir. Alış fiyatı, stok miktarı gibi ticari sır niteliğindeki verilerin ve satış fiyatının paylaşılması olası bazı kamu kontrol süreçlerine dair yatırımcı endişelerini de beraberinde getirmektedir. Somutlaştırmak gerekirse, böylesine yoğun bir veri paylaşımı – regülasyona tabi bazı enerji ve telekomünikasyon hizmetlerinde olduğu gibi – tavan fiyat veya kâr marjı sınırı gibi bazı denetleme süreçlerini akla getirmektedir. Bu da yerli ve yabancı yatırımcıların getirilerinin kısıtlandığı bu sektör yerine başka sektörleri tercih etmesine sebep olacaktır. Bunun sadece söz konusu veri paylaşımına muhatap olan zincir marketler değil, onlara ürün tedarik eden diğer sektörleri ve bu alanlardaki yatırımcıları da etkileyeceği unutulmamalıdır.
Bir diğer istenmeyen sonuç ise, şeffaflaşmasının fiyatlar üzerindeki yarattığı baskının sebep olabileceği ürün ve hizmet kalitesi ile ilgili endişelere ilişkindir. Daha açık bir ifadeyle, fiyat baskısı ile karşı karşıya kalan teşebbüsler, kar marjlarının erimesini önlemek için sattıkları ürünlerin ya da bunların sunumuna dair hizmetlerin kalitesinde kısıntıya gidebileceklerdir. İlgili literatürde su yatağı (waterbed) etkisi olarak anılan bu durum[4], satış fiyatlarının baskı altında kalması sebebiyle satıcıların uğrayacağı gelir kaybını, denetlenmeyen (ya da denetlenmesi zor olan) diğer alanlardaki kısıntılar ile dengeleme çabasına işaret etmektedir. Bu durum tüketici refahı ve hatta sağlığı üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerin yanında, denetleme faaliyetlerine dair kamu maliyetlerindeki atışı da beraberinde getirecektir.
Bütün bu saydığımız olası doğrudan ve dolaylı etkiler, söz konusu Yönetmelik değişikliğinin amaç ve hedefleri ile kıyaslanması gereken unsurlardır. Eğer etkin ve sürdürülebilir rekabet şartlarının oluşturulması hedefleniyorsa ve bunun rekabet hukuku uygulamaları ile gerçekleştirilemeyeceği düşünülüyorsa, o zaman esas sorun olan indirim marketlerin organik büyümesini körükleyici değil, dizginleyici bazı tedbirler alınması gerekmektedir. Bu pek tabii ki fayda ve maliyetleri gözeten bir etki analizi çerçevesinde olmalıdır.
3. Daha İyisi Olamaz Mıydı? Dene ve Gör Yerine Düzenleyici Etki Analizi
Ülkemizde mevzuat hazırlamasına ilişkin usul ve esaslar, Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik (“Mevzuat Yönetmeliği”) ile düzenlenmektedir.
Mevzuat Yönetmeliği uyarınca taslakların hazırlanmasında “istişare ve katılımcılığa” önem verilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda hazırlanan taslaklara ilişkin olarak, bu düzenlemeden etkilenebilecek kamu ve özel sektör paydaşlarının görüşlerinden faydalanılmalı ve bu suretle taslak hakkında toplanan görüşler değerlendirildikten sonra teklifte bulunulmalıdır.
Mevzuat Yönetmeliği’ne göre; taslağa ilişkin görüşlerin, görüşlere ilişkin değerlendirmelerin ve ilgili madde uyarınca düzenlenen DEA’nın bir bütün halinde Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmesi gerekmektedir. Mevzuat Yönetmeliği, kanun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesi taslakları için belirlenecek usul ve esaslara uygun DEA’ların hazırlanmasını zorunlu tutmaktadır. Bu kapsamda, “Düzenleyici Etki Analizinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar” (“Usul ve Esaslar”) yürürlüğe girmiştir. Bahse konu usul ve esaslar uyarınca kanun ve Cumhurbaşkanı kararnamesi taslakları için hazırlanacak düzenleyici etki analizlerinin bahse konu usul ve esaslara uygun olarak yapılması gerekmektedir.
Yönetmelik’te yapılan değişiklik, yukarıda izah edilen düzenlemelere ve iyi yönetişim (“good governance[5]”) ilkelerine uygun olarak:
- İstişare ve katılımcılığa önem vererek
- Sivil toplum kuruluşlarının, özel sektör paydaşlarının görüşlerinden faydalanarak
- İnternet, basın veya yayın aracılığıyla kamuoyunun bilgisine sunularak
yapılmış olsaydı yukarıda değinmiş olduğumuz birçok sorunun bertaraf edilme ihtimali artardı.
DEA’ların temelde üç faydasının bulunduğu söylenebilir: i) Yeterlik, ii) Şeffaflık, iii) Hesap verebilirlik[6]. “Yeterlik” ile, daha verimli politika seçenekleri lehine karar verilmesi ve daha az verimli alternatiflerin bertaraf edilmesi ifade edilmektedir[7]. Bir diğer ifade ile, sosyal faydayı ençoklayacak düzenlemenin tercih edilmesi gerekmektedir. DEA’lar karar alma ve düzenleme süreçlerini şeffaflaştırdığı için demokratik yapının perçinlenmesine de hizmet etmektedirler. Nihayet, hesap verebilirlik etkisi ile DEA’nın kullanılması hükümetleri ürettikleri politikanın sonuçlara ilişkin sorumlulukları almaya yöneltir[8].
Aslında, DEA’lar ile kodifikasyon sürecinde bir düzenleme yapılmadan önce teklif aşamasındayken öncül olarak düzenlemenin beklenen etkilerinin değerlendirilmesinin yanı sıra ardıl olarak var olan düzenlemelerin ekonomik etkilerinin gözden geçirilmesi amaçlanmaktadır[9]. Burada temel amacın toplumun refahını arttırmak olduğuna hiç şüphe bulunmamaktadır. Şayet Yönetmelik değişikliğine ilişkin olarak usulüne uygun bir DEA yapılmış olsaydı, bu yazıda kısaca değindiğimiz tüm sorunlar detaylı olarak incelenebilir ve düzenleme başta ekonomik etkileri olmak üzere tüm boyutlarıyla ele alınabilirdi.
[1] Rekabet Kurulunun Türkiye HTM Perakendeciliği Sektör İncelemesi Ön Raporu. https://www.rekabet.gov.tr/Dosya/geneldosya/htmperakendeciligisektorincelemesionraporu-pdf (Erişim: 17.08.2021).
[2] Rekabet Kurulunun 28.10.2022 tarih ve 21-53/747-360 sayılı kararı.
[3] Norton, R. (2020). Unintended Consequences. Econlib Encylopedia. Erişim tarihi 29.08.2022, https://www.econlib.org/library/Enc/UnintendedConsequences.html.
[4] Schiff, A. (2008). The “Waterbed” Effect and Price Regulation. Review of Network Economics, 7(3), 392–414.
[5] OECD Reviews of Regulatory Reforms: Regulatory Impact Analysis -A tool for policy coherence- (Report) (s.12. https://read.oecd-ilibrary.org/governance/regulatory-impact-analysis_9789264067110-en#page1 > (Erişim Tarihi:21.12.2022)
[6] Ibıd.
[7] Ibıd.
[8] Ibid.
[9] Report: s. 12.