Son yıllarda bazı dijital pazarlardaki tekelleşme eğilimi dünya genelinde düzenleyicileri harekete geçirdi. Bu eğilimin temelinde yatan yapısal aksaklıklara dair hem akademi hem de otoriteler birçok çalışma yaptı. Bunlarla beraber, tespit edilen yapısal aksaklıkların ortadan kaldırılması için çeşitli regülasyonlara ihtiyaç duyulabileceğine dair genel bir kanı oluştu. Dijital pazarlardaki sorunlarla mücadeleye yönelik ilk somut adımlardan bir tanesi Almanya’da atıldı ve Alman Rekabet Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, Alman Rekabet Otoritesine dijital pazarlara yönelik, öncül regülasyonları andıran bazı yetkiler tanındı. Akabinde, dijital pazarlarda tespit edilen yapısal aksaklıkların ortadan kaldırılmasına yönelik dünyadaki en geniş kapsamlı düzenleme diyebileceğimiz Digital Markets Act (“DMA”) Avrupa Birliği’nde (“AB”) yürürlüğe girdi.
Diğer ülkeler, dijital pazarlardaki sorunların özel çözümler gerektirebileceğini düşünseler dahi, genellikle AB’ye kıyasla daha temkinli bir yaklaşım benimsedi ve bu pazarları yakın gözetim ve denetim altında tutmakla birlikte DMA benzeri katı kuralları hayat geçirmekte acele etmedi. Zira her ne kadar dijital pazarlardaki yoğunlaşma ciddi seviyelere ulaşsa da bu pazarlar, serbest piyasa ekonomisinin kabul edildiği çoğu ülkede çok sıkı öncül düzenlemelere tabi tutulan enerji ve telekomünikasyon piyasalarından farklı olarak, doğal tekel niteliğinde değil. Öte yandan dijital pazarlardaki ağ etkilerinin oldukça kuvvetli olduğu da bir gerçek. Söz konusu ağ etkilerinin, katı öncül regülasyonlara iktisadi meşruiyet kazandırmak için yeterli olup olmadığı konusunda ise bir fikir birliği olduğunu söylemek zor. Kimi akademisyenler, dijital pazarlardaki rekabetin sanıldığından çok daha yoğun olduğunu, zira klasik anlamda aynı pazarda olmayan platformlar arasında da çok yoğun bir rekabet olduğunu ileri sürerken, bazıları da öncül düzenlemelerin dijital pazarlardaki yüksek dinamizme ve inovasyon potansiyeline zarar verebileceğini savunuyor. Diğer taraftan, Rekabet Kurumunun da aralarında yer aldığı çoğu otorite, tekelleşmenin önüne ancak öncül düzenlemeler ile geçilebileceği görüşünü destekliyor ve bu yönde mevzuat çalışmalarına devam ediyor.
Son dönemlerde yaşanan gelişmeler, öncül düzenleme karşıtı görüşlerin tamamen dayanaksız olmadığını ve DMA ile katı düzenlemelere tabi tutulan bazı pazarlardaki rekabetin herhangi bir öncül düzenleme olmaksızın da artabileceğini gösterdi. Ancak rekabetteki bu artışın pazara yeni giren oyunculardan ziyade, diğer teknoloji devlerinden geldiğini de gözden kaçırmamak gerek. Yazımızda ilk olarak Meta tarafından geliştirilen Threads’in saatler içinde milyonlarca kullanıcı elde ederek Twitter’ın en büyük rakibi haline gelmesi ve Microsoft’un ChatGPT’nin yaratıcısı OpenAI’daki ortaklığı sonrasında arama pazarında Google, bulut bilişim pazarında ise Amazon karşısında kısa zamanda büyük bir tehdit haline gelmesi örnekleri incelenecek ve ardından, öncül düzenlemelerin bu somut gelişmeler üzerindeki etkileri ele alınacak.
Devlerin Rekabeti
Başta DMA olmak üzere, dijital pazarların düzenlenmesine yönelik çalışmalar incelendiğinde ortaya çıkan tabloda teknoloji şirketleri, kendi temel platform hizmetleri bakımından tekele yakın pazar gücüne sahip olan ve dışarıdan bir müdahale olmadığı müddetçe güçlerinde herhangi azalma meydana gelmesi mümkün görünmeyen titanları anımsatıyor. Arama motorları ve internet tarayıcıları Google’ın, işletim sistemleri Microsoft, Apple ve Google’ın, sosyal medya Meta’nın, e-ticaret ve (bu listeye neden girdiği bir muamma olan) bulut bilişim ise Amazon’un hakimiyetinde bulunuyor ve bu teknoloji titanları hakimiyetlerini korumak için (ağ etkilerinden kaynaklanan) tanrısal güçlerinden yararlanıyor. Bu tabloda düzenleyici otoriteler ise; titanların karşısına dikilip, güçlerini herkesle paylaşmalarını sağlayarak pazarlara adaleti getirecek bir kahramana benzetilebilir. Ancak teknoloji devlerini düşman, pazara yeni girmeye çalışan teşebbüsleri mağdur, düzenleyici otoriteleri kurtarıcı ve çok oyunculu pazarları tüketici refahının maksimize edildiği nirvanaya benzeten bu metaforda önemli bir eksiklik var: Titanlar arası güç mücadelesi ve bunun etkileri.
Yukarıdaki metaforun dışına çıkıp gerçek dünyaya döndüğümüzde, rekabet otoritelerinin uzun zamandır devam eden ve oldukça müdahaleci olarak nitelendirilebilecek çabalarına ve tüm öncül düzenleme çalışmalarına rağmen, temel platform hizmetleri pazarlarına etkin yeni girişlerin gerçekleşmediği ve bu hizmetlerin çoğunluğunda (örneğin somut veriler ışığında e-ticaret ve bulut bilişim pazarlarını bu kapsama dahil etmek kolay değil) istenen seviyede bir “pazar-içi” rekabet yaşanmadığı görülüyor. Ancak pazar-içi rekabetteki bu eksikliğe rağmen, mutlak güce sahip olduğu ileri sürülen bu teknoloji devlerinin ciddi bir tüketici zararına yol açtığı da ortaya koyulamıyor. Rekabet otoriteleri ve düzenleyiciler kişisel veri odaklı, oldukça yeni ve biraz da zorlama zarar teorilerinden hareketle bu pazarlardaki yoğunlaşmanın tüketicilere nasıl zarar verdiğini göstermeye çalışsalar da bu çabalar tüketicilerin büyük çoğunluğunun teknoloji devlerinin sundukları hizmetlerden memnun oldukları ve bu hizmetlerin toplumsal refaha büyük katkı sağladığı gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca söz konusu pazarlarda müthiş bir dinamizm olduğunu ve hemen her yıl son derece yenilikçi ürünlerin piyasaya sürüldüğünü inkâr etmek de mümkün değil. Yani bu pazarlarda, klasik tekelci pazarlardakinden çok farklı ve tüketiciler açısından çok lehe bir görünüm var.
Peki bunun sebebi ne olabilir? Bu soruya cevap vermek için son dönemde yaşanan iki gelişmeden yararlanmak mümkün.
İlk olarak, uygulamasının bir benzeri olmayan ve kendi sunduğu hizmet bakımından tekel konumunda olan Twitter’ın durumunu ele alalım. 44 milyar dolar gibi astronomik bir fiyat karşılığında Elon Musk tarafından satın alınan Twitter, bu satın alma işlemi sonrasında devasa kullanıcı bazından daha fazla para kazanabilecek stratejileri geliştirmek için düğmeye bastı. Bu kapsamda parasız üyelerin haklarını sınırlayan ve kullanıcıları aylık üyelik bedeli ödemeye iten birtakım değişikliklere gidildi. Bu değişiklikler tüketicilerden büyük tepki görse de Twitter’ın konumu dikkate alındığında, tüketicilerin bu davranışlar karşısında tepkilerini ancak tam anlamıyla bir ikamesi olmayan bu ürünü daha az kullanarak gösterebilmeleri beklenirdi. Kısa vadede pazara yeni bir giriş olması ise, ilgili pazardaki ağ etkileri, veri ve ölçek sorunları dolayısıyla mümkün olmamalıydı. Ancak olaylar farklı gelişti. Twitter’ın doğrudan rakibi olmayan (Twitter ve Facebook/Instagram’ın doğrudan rakip kabul edilemeyeceği öncül düzenlemelerin en büyük savunucularından Alman Rekabet Otoritesinin 2019 tarihli Facebook Kararı’nda dile getirilmiş ve bu durum Facebook’un hakim durum tespitinde önemli rol oynamıştı) Meta haftalarla ifade edilebilecek bir sürede Twitter’ın adeta bir kopyası olan Threads’i piyasaya sürdü ve uygulama ilk gününde 30, ikinci gününde ise 70 milyon kullanıcıya ulaşarak tüm rekorları altüst etti.
İkinci örnek ise, yapay zekada adeta çığır açan ChatGPT’nin yaratıcısı OpenAI’ye ortak olan Microsoft’un bulut bilişim ve arama pazarlarında yaptığı atılım. Bulut bilişim pazarında yıllardır Amazon’un sahip olduğu AWS’in çok gerisinde kalan ve kendi platformu Azure ile AWS üzerinde ciddi bir rekabetçi baskı uygulayamayan Microsoft, Azure’un sunduğu veri analitiği hizmetlerini ChatGPT ile entegre etmesinin ardından bir anda bulut bilişim hizmetlerinde görülmemiş bir atılım yaptı ve 2023 yılının ilk üç ayında %30’lara varan bir büyüme yakaladı. Microsoft’un bu atağı, AWS’in sarsılmaz gibi görünen pazar liderliğinin aslında ne kadar kırılgan olabileceğini tüm çıplaklığıyla gösterdi. Microsoft, yine ChatGPT sayesinde, Google karşısında hiçbir varlık gösteremeyen Bing arama motorunu da çok daha cazip bir hale getirdi. ChatGPT entegrasyonu sonrasında Bing Chat ürününü hayata geçiren Microsoft, yapısal aksaklıkların en yoğun olduğu ileri sürülen arama hizmetleri pazarındaki dinamikleri bir anda değiştirdi. Ayrıca Microsoft, Bing Chat ürününü sadece kendi internet tarayıcısı Edge üzerinden sunarak, Google Chrome’un tarayıcı pazarındaki hakimiyetini de tehdit etmeye başladı.
Tabii ki Threads’in ve Microsoft’un bu başarılarının sebebi, dijital pazarlarda aslında hiçbir giriş engeli olmaması ve ağ etkilerinin bir illüzyondan ibaret olması değil. Ancak bu durumun nedeni, farklı pazarlarda hizmet sunan teknoloji devlerinin birbirleri üzerindeki rekabetçi baskısının (akademide bu baskıya dikkat çeken önemli yazarlar olmasına rağmen) büyük ölçüde göz ardı edilmesi olabilir. Dijital pazarların kendine has özellikleri ve ekosistem rekabeti kavramı tam olarak anlaşılmadan, konvansiyonel rekabet hukuku terimleri ile yapılan analizlerin bu sonuca yol açması sürpriz değil. Öte yandan, platformlar/ekosistemler arası rekabetin göz ardı edilmesi bir hata değil, bilinçli bir tercih de olabilir. Özellikle DMA ile getirilen kurallar incelendiğinde, AB Komisyonu’nun bir temel platform hizmetinde gatekeeper konumunda olan teknoloji şirketlerinin, bu pazardaki güçlerini (özellikle sahip oldukları abone tabanını ve veri avantajını) farklı bir temel platform hizmetleri pazarında rekabet etmek için kullanmasını istemediği rahatlıkla görülüyor. Diğer bir ifade ile Komisyon “leveraging” uygulamalarını, bu uygulamalar platformlar arası rekabeti ciddi derecede arttırabilecek olsa dahi zararlı görüyor. Komisyon’un ideali, her bir temel platform hizmeti pazarına yeni oyuncuların girmesini sağlamak ve böylece pazar içi rekabeti artırmak gibi görünüyor. Bunun ne kadar gerçekçi olduğunu ise bir sonraki başlıkta ele alacağız.
Rekabet, İnovasyon ve Regülasyon
Platformlar arası rekabet ve inovasyonun dijital pazarlardaki ezberleri bozduğu bir gerçek. Bu gerçeğin regülasyonlarla ilişkisi ise ayrı bir konu. Sırf yukarıda incelediğimiz birkaç örnekten hareketle rekabet ve inovasyonun dijital pazarlardaki tüm sorunları tek başına çözebileceğini ve bu pazarlarda regülasyona hiç ihtiyaç olmadığını söylemek çok zor. Zira her şeyden önce, en azından şimdilik, rekabet ve inovasyonun yalnızca devler arasındaki rekabetin önünü açtığını, pazara yeni girişler bakımından ise çok bir etki doğurmadığı görülüyor. Oysa sadece dijital pazarların tamamen big tech’e emanet edilmesi ve monopol yerine oligopol pazarlara razı olunması doğru politika tercihi olmayabilir. Bu bakımdan, regülasyonun bu olguları tamamlayıcı şekilde tasarlanması ve platformlar arası rekabetin yanı sıra, pazara giriş engellerini kaldıran ve pazar için rekabeti de mümkün kılan bir unsur haline gelmesi toplumsal refaha katkı sağlayabilir.
Bununla birlikte, yine somut örnekler incelendiğinde, özellikle DMA’nın şu anda platformlar arası rekabeti tamamlamak bir yana, bu engeller bir konumda olduğu görülüyor. Nitekim Twitter’ın sömürücü olarak addedilebilecek uygulamaları karşısında tüketicilere anında bir alternatif olarak ortaya atılan Threads, DMA yüzünden AB’deki kullanıcılarla buluşamıyor. DMA’nın, kendisi de bir gatekeeper olan Microsoft’un, diğer platform hizmetleri pazarlarındaki atılımlarını nasıl etkileyeceği henüz net olmasa da Microsoft’un ChatGPT sayesinde çok daha yüksek bir veri işleme kapasitesine ulaşabileceğini ve farklı temel platform hizmetleri kapsamında işleme imkânı bulduğu verileri, diğer hizmetlerini geliştirmekte kullanabileceğini tahmin etmek zor değil. Örneğin Azure’un bulut bilişim pazarındaki pozisyonu güçlendikçe, Microsoft’un bu alanda çok daha fazla veri işlemesi ve işlediği bu verileri arama hizmetlerin geliştirmekte kullanılması sürpriz olmaz. Ancak DMA’nın AB’de bu tip uygulamalara izin verip vermeyeceği belirsiz. DMA ile platformlar arası rekabet arasındaki bu çatışmanın temel sebebi, AB Komisyonu’nun gatekeeper konumundaki teşebbüslerin leveraging uygulamaları karşısındaki katı tutumu.
Türkiye’ye dönersek
Son olarak ülkemize bakacak olursak, Rekabet Kurumu da yakın zamanda DMA ile oldukça benzer bir yasal çerçeve öngören Rekabet Kanunu değişikliği tasarısını kamuoyu ile paylaşmıştı. Ancak şu an için bu tasarının yakın zamanda yasalaşması beklenmiyor. Şayet tasarı hayata geçmiş olsa idi, Türkiye’deki kullanıcılar da büyük ihtimalle Threads’den mahrum kalacaklardı. Aslında bu, Türkiye’deki kullanıcıların rekabet politikaları sebebiyle teknoloji devleri tarafından sunulan bazı hizmetlere erişemez hale gelmesinin ilk örneği de olmayacaktı. Nitekim Rekabet Kurulu’nun Google’a yönelik çok sayıda ihlal kararını müteakip, Google birçok önemli hizmetini Türkiye’den kaldırdı. Örneğin Türkiye’deki kullanıcıların artık Google Shopping hizmetlerinden faydalanamaması ve Google’ın yerel arama hizmetlerine son verecek olması tamamen Rekabet Kurulu’nun bu kararlarından kaynaklanıyor. Dolayısıyla tıpkı regülasyonlar gibi, katı rekabet hukuku uygulamaları da özellikle pazar gücü sahibi platformlar tarafından sunulan bazı rekabetçi hizmetlerin önünü kesebiliyor.
Big tech şirketlerinin önünü kesmeye ve dijital pazarlara yeni oyuncuların girmesini sağlamaya odaklanan bu yaklaşımların uzun vadede temel platform hizmetleri pazarlarındaki pazar içi rekabeti ve dinamizmi nasıl etkileyeceğine dair öngörüde bulunmak zor. Ancak en azından kısa vadede, bu yaklaşımlar ışığında geliştirilen rekabet hukuku ve regülasyon politikalarının rekabete ket vurmak suretiyle tüketici refahını azımsanmayacak derecede düşürebileceğini söylemek çok yanlış olmaz gibi görünüyor.