Rekabet Kurumu, Eylül ayının başında Türk Philips Ticaret A.Ş.’ye (“Philips”) karşı yürüttüğü soruşturmayı tamamladı. Soruşturma konusu, rekabet hukuku gelişmelerini takip edenlerin son derece aşina olduğu bir konuydu, zira daha önce defaten Rekabet Kurumu (“Kurum”) gündemine gelmiş ve ilgili sektörde neredeyse regülasyon seviyesinde takip edilen davranış normları ortaya konmuş bir soruna yeniden işaret ediyordu. Şikâyetçi, Philips’in tıbbi görüntüleme cihazlarının bakım ve onarımı için gerekli şifre ve aktivasyonu sağlamayarak Philips’in Philips markalı tıbbi görüntüleme cihazları pazarındaki hâkim durumunu, ardıl pazarı olan bakım ve onarım pazarında kötüye kullandığını iddia ediyordu.
Soruşturma Heyeti’nin herhangi bir kötüye kullanma davranışı tespit etmediği ve Rekabet Kurulu’na (“Kurul”)ceza önerisinde bulunmadığı dosyada geçmişte örneğini gördüğümüz ancak yine hukuk dünyasındaki niteliği ile sonuçlarının sorgulanması gereken bir Kurul kararı çıktı. Kurul, öncelikle şunu tespit etti: Philips, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un (“Rekabet Kanunu”) 6. maddesi çerçevesinde hâkim durumunu kötüye kullanmamıştır. Dolayısıyla Philips’e karşı para cezası uygulanması için herhangi bir hukukî sebep yok!
Bu noktada Kurul kararının esas tartışılmaya değer ikinci kısmına geçmeden önce belirtmek gerekir ki uzunca bir zamandır ısrarla dile getirdiğimiz bir hususun Kurul’un kararında dikkate alındığını görüyoruz. Kurul’un ihlâl tespitinde bulunulmayan kararlarının sonuç bölümlerinde sıklıkla “idarî para cezası uygulanmasına gerek olmadığı” şeklinde bir ifadenin tercih edildiği görülüyordu. Esasen ihlâl tespitinde bulunulduğu durumlarda idarî para cezasının uygulanıp uygulanmamasına yönelik Kurul’un herhangi bir takdir yetkisinden bahsedilemeyeceği düşünülmektedir. Nitekim Rekabet Kanunu’nda böyle bir takdir yetkisinin varlığına işaret eden herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Kurul, kanundan kaynaklanan inceleme yetkilerini ve kamu kaynaklarını kullanmak suretiyle bir ihlâl tespitinde bulunduktan sonra Rekabet Kanunu’nun emredici hükümleri gereği idarî para cezası uygulamak zorundadır. Dolayısıyla ihlal tespitine ek olarak sanki bir “gereklilik” incelemesi daha yapılmış ve “idari para cezasının uygulanmasına gerek olmadığı”na karar verilmiş izlenimi veren ifadelerin doğru olmadığı düşünülmektedir. Kurul’un Philips kararında ise isabetli bir şekilde “idari para cezası uygulanmasına yer (sebep) olmadığı” ifadesi kullanılmaktadır. Diğer bir ifadeyle Kurul, Rekabet Kanunu kapsamında yaptırım uygulanmasını gerektirecek bir hukukî sebebin var olmadığını, yaptırım sonucunun “hukuki” olmayacağını vurgulamaktadır. Keza “idare tarafından yürütülen bütün kolluk faaliyetleri temel hak ve hürriyetlere sınırlama getirmektedir.[1] Bu itibarla … kolluk yetkilerine, ancak, kanunlarda belirtilen sebeplerin varlığı (=ortaya çıkması) halinde ve o sebepler devam ettiği sürece başvurulabilir. … Kanuni sebeplerin gerçekleşmemiş veya var olan sebeplerin ortadan kalkmış olması idarenin kolluk yetkilerini kullanmaya başlamasını veya kullanmaya devam etmesini engeller nitelikte olacaktır.”[2] Doğru bulduğumuz bu yaklaşımın Kurul’un tüm kararlarında korunmasını umuyoruz.
Esas tartışma konusuna dönecek olursak; Kurul, Philips soruşturmasında herhangi bir ihlal tespitinde bulunmadı ama sektöre geçmişte verdiği mesajı sürdürdü ve davranış normlarını detaylandırarak “tıbbi görüntüleme ve teşhis pazarında faaliyet gösteren teşebbüslere görüş bildirilmesi” için Rekabet Kurumu Başkanlığı’nın görevlendirilmesine karar verdi. Aslında sözlü savunma toplantısını takip edenler için bu sonuç şaşırtıcı olmadı. Zira sözlü savunma toplantısı Soruşturma Heyeti’nin ceza talep etmediği bir dosyaya göre Kurul üyelerinin sorgulamalarını derinleştirdiği bir ortamda geçti. Öyle ki savunma tarafı, Kurul üyelerinin sert ve seri sorgulamaları karşısında geçmiş kararları anımsamış olacak ki, Kurul kararıyla soruşturma tarafı teşebbüsün davranışları kısıtlanacaksa bunun yalnızca soruşturma tarafını sınırlayacak olmasının adil bir sonuç olmayacağını, sektörün diğer teşebbüslerinin bu sınırlamaya tabi olmadan ticarî faaliyet göstermeye devam edeceğini öne sürerek Kurul’un bu sektörde bir sorun görüyorsa “sektör incelemesi” başlatmasının isabetli olacağını dile getirdi. Fakat Kurul, sektör incelemesi yoluna gitmeksizin tüm sektör oyuncuları için sonuç doğuracak hususları Philips kararının içine yedirerek sektöre sunmayı tercih etti.
Konuyu kavramsal tartışma zemininden uzaklaştırmamak için öngörülen davranış kurallarını ayrıntılı yazmıyoruz, ancak Kurul özetle, 8 (sekiz) ayrı başlık altında tıbbi görüntüleme ve teşhis cihazları pazarında faaliyet gösteren teşebbüslerin uymaları gereken süre ve kuralları tespit ediyor[3]. Gerçekten, kararda, bakım-onarım hizmetleri için gerekli olan cihaz şifrelerinin müşterilere ve/veya teknik servislere sağlanma süresinin 24 (yirmi dört) saat olarak belirlenmesinden, şifrelere/cihazlara erişim süresinin en az 30 (otuz) gün geçerli olacak şekilde temin edilmesine kadar birçok ayrıntılı davranış kuralı açıklandığını; bu kuralların tüm sektör oyuncularına “görüş” şeklinde tebliğ edileceğini ve bunlara uyulmazsa haklarında “4054 sayılı Kanun çerçevesinde işlem başlatılacağının” ifade edildiğini görüyoruz.
Kurul’un Philips kararında bahsettiği “görüş” yazısının kanunî dayanağının ne olduğu açıklanmıyor. Bu önemli. Ortada bir ihlâl tespiti olmadığı için Rekabet Kanunu’nun 9(1). maddesi uyarınca bir davranışsal tedbir olmadığını düşünüyoruz. Nihaî kararla birlikte verildiğinden Rekabet Kanunu’nun 9(4). maddesi uyarınca bir geçici tedbir de değil. Nihaî ihlal tespitinden önce ihlale nasıl son verileceğine ilişkin görüş yazısı gönderilmesi imkânını veren, Rekabet Kanunu’nun 9(3). maddesine de uygun görünmüyor, zira ortada bir “ihlal” yok. Diğer bir ifadeyle, Philips’in rekabet hukuku anlamında hukuka aykırı bir davranışı yok.
O halde bu görüş yazısının Philips soruşturması eliyle tüm sektöre verilen bir Rekabet Kurumu Başkanlığı mesajı olduğu ve hukukî öngörülebilirliği sağlamak amacıyla hangi durumlarda “işlem yapılacağı”nı açıklama amacını güttüğü düşünülebilir mi? Buradaki “işlem”den kastın “önaraştırma/soruşturma açılması” olduğu sonucuna varmak gerektiğini düşünüyoruz zira bunlar yapılmaksızın doğrudan “ihlal tespitinde bulunulması ve idarî para cezası uygulanması” Rekabet Kanunu’na göre mümkün değil.. Yine de önaraştırma/soruşturma sonrasında idari para cezaları gündeme gelebileceğinden, teşebbüslere verilen mesaj, içeriği itibarıyla, yaptırım tehdidinin hatırlatılması olarak okunabilir.
Rekabet Kurumu’nun, sektördeki oyuncuların davranışlarını etkileyecek görüşlerini ilk defa ortaya koymadığını vurgulamak gerekir. Bu uygulama tanıdık. Hatta bu sektörde daha da tanıdık. Örneğin, sektördeki mevcut uygulamaları şekillendiren 18.09.2009 tarih ve 09-07/128-39 sayılı Kurul kararında, bu yazının konusunu teşkil eden Philips kararındaki davranış normlarına benzer bir liste 9(3) görüş yazısı olarak teşebbüslere iletilmişti. Öte yandan, 2009 tarihli karar bir önaraştırma kararı olup Philips, GE Medical, TMST ve Kurt&Kurt gibi sektörün önde gelen şirketlerinin tamamına karşı yürütülmüştür ve kararda geçen görüş yazısı da haklarında önaraştırma yürütülmüş olan bu teşebbüslere gönderilmiştir. Diğer bir ifadeyle, önaraştırma tarafları dışında bir üçüncü teşebbüse yöneltilen bir görüş yoktur. Daha sade bir anlatımla, Kurul’un şunu ifade ettiğini söyleyebiliriz: “Sizler hakkında şikâyet alıyorum ve sektörde bazı rekabetçi sorunlar görüyorum, ihlal tespitim yok ancak dikkat etmeniz gereken bazı davranışlar var”.
2021 yılında ise belki de kimsenin şikâyetçi olmadığı, zaten bakım-onarım hizmetlerinin aksamasına mahal vermeyecek uygulamalar geliştirmiş olan ve haklarında hiçbir idarî inceleme yürütülmeyen teşebbüsler bir anda Rekabet Kurumu’nun 2009 yılındaki karara ek olarak şifre erişim süresini düzenleyen görüş yazısı ile karşı karşıya kaldılar.
Bu görüşün hukuki niteliği tartışmalı denebilir. Esasen Philips kararı yalnızca Philips için hüküm ve sonuç doğuran ve üçüncü kişilere resmî olarak tebliğ edilmeyen bir birel işlem niteliğindedir. Bu kapsamda, aslında Philips kararı, doğası gereği özel olarak Philips’e karşı yürütülen ve yalnızca Philips’in hâkim durumunu kötüye kullanmak suretiyle Rekabet Kanunu’nun 6. maddesini ihlal edip etmediğini inceleyen bir idarî soruşturma süreci sonucu Philips için verilen bir karardır. Bu yönüyle Philips kararı ile ortaya çıkan idarî işlemin genel, objektif ve soyut bir “norm” koyma işlevinin bulunmaması gerekir.
Öte yandan Kurul, birel işlem tesis ederken mevcut ve potansiyel tüm sektör oyuncuları için sonuç doğurabilecek davranış normlarını da işlemin içerisine ekliyor ve anılan davranış normlarına uyulmaması durumunda Rekabet Kanunu kapsamında işlem başlatılacağı yönünde görüş bildirilmesi için Rekabet Kurumu Başkanlığı’nı (“Başkanlık”) görevlendiriyor. Dolayısıyla aslında kararın iki önemli noktası olduğu öne sürülebilir. Bunlardan ilki, Philips’in Rekabet Kanunu’nu ihlal etmediği yönündeki tespit iken ikincisi ise, muhatapları açıkça sayılmayan ancak Philips’in de bu muhataplar arasında olduğunu anladığımız “tıbbi görüntüleme ve teşhis pazarında faaliyet gösteren teşebbüslere” görüş yazısının gönderilmesidir.
Bu doğrultuda, birel idari işlem niteliğini haiz olduğu görülen Philips kararının, sektördeki tüm teşebbüsler için kural koyucu nitelik taşıyan bir genel idari düzenleyici işlem görünümünde kaleme alınmasının hukuka uygunluğunun tartışılması gerekmektedir.
Gerçekten, “şifrelerin erişim süresinin en az 30 (otuz) gün geçerli olacak şekilde temin edilmesi” gibi davranış normlarının; önaraştırma, soruşturma, iktisadi analiz gibi safhaların tamamlanması sonucu verilen Philips kararı özelinde makul görülebileceği iddia edilebilse de, anılan davranış normlarının sektördeki diğer tüm mevcut ve hatta potansiyel oyuncular bakımından getirilmesi kabul edilebilir değildir zira önaraştırma, soruşturma, iktisadi analiz gibi safhalar sektördeki diğer oyuncular için gerçekleştirilmiş değildir. Söz gelimi, sektördeki oyuncular dinlenilme hakkına sahip olsalardı, belki de Kurul’a farklı bir bakış açısı sunma imkânını iyi değerlendirecek ve Philips kararı ile tespit edilen davranış normlarından daha farklı bir tespitin yapılmasını sağlayabileceklerdi. Aksinin kabulü, anayasal sözleşme hürriyetinin ve (söz konusu davranış normlarına riayet edilmediği takdirde idari para cezaları ile karşılaşılabileceğinden) mülkiyet hakkının Anayasa’nın 13. maddesine aykırı biçimde sınırlanmış olacağı sonucunu doğurur. Dolayısıyla sektördeki tüm teşebbüsleri etkileyecek böyle bir tasarrufun, “genel düzenleyici işlem” olarak yapılmış olmasının gerektiği akla gelebilecekse de kanun konusu olan temel hak sınırlamasının idarenin genel düzenleyici işlemleriyle yapılamayacağı gerçeğinden hareketle anılan tasarrufun esasen genel düzenleyici işlem ile de yapılamayacağı kanaatindeyiz. Dolayısıyla karar eliyle ilgili pazarlara yönelik rekabet hukuku uygulamaları bakımından öngörülebilirlik düzeyinin artırıldığı yönündeki bir argümanın, anayasal kanuni idare ilkesi dikkate alındığında kabul edilebilir olmadığını düşünüyoruz.
Sektördeki diğer oyuncular için de sonuç doğurabilecek şekilde kaleme alınan Philips kararı ile 2009 yılındaki önaraştırma kararı arasındaki önemli fark, Philips kararında görüş yazısının yalnızca inceleme konusu şirkete değil, sektördeki tüm teşebbüslere gönderilecek olduğunun ifade edilmesidir[4]. Bu doğrultuda, Rekabet Kurumu’nun soruşturma tarafı olmayan teşebbüslere Philips kararından hareketle göndereceğini ifade ettiği görüşlerin, ilgili teşebbüsler bakımından sonuç doğurabilme kabiliyeti meselesine geri dönüyoruz. Kurul kararından Başkanlık’ın ilgili tüm teşebbüslere birer görüş yazısı göndereceği anlaşılıyor. Bu doğrultuda, Philips soruşturmasına taraf olmayan teşebbüsler açısından Başkanlık’ın tebliğ edeceği görüşle birlikte bir sonuç doğacağı şüphesiz. Zira teşebbüslerin yüksek idarî para cezası riskini almak suretiyle Kurul görüşüne direnme refleksini göstermelerinin son derece istisnaî olacağı kanaatindeyiz. Bu doğrultuda, Kurul’un bu yolla sektörün teşebbüsler özelinde idarî soruşturma süreçleri başlamadan kendi kendini disipline etmesini hedeflemiş olabileceğini düşünüyoruz ve haklarında henüz inceleme başlatılmamış teşebbüsler soruşturma tehdidi baskısı hissedeceklerinden, bu muhtemel hedefin hukuki güvenlik ilkesine aykırı olduğu kanaatindeyiz.
Kaldı ki böyle bir ilave hedef güdülmemiş olsaydı, Kurul’un gerekçeli kararında sektördeki sorunların hangi davranışlardan ileri geldiğine yönelik tespitlerde bulunması yeterli görülebilirdi. İçtihatların rekabet hukuku uygulamasına yön verme özelliği dikkate alındığında, böylesi tartışmalı bir tercihten ziyade gerekçeli kararın detaylıca ele alınması ve hukukî öngörülebilirliğin gerekçeli kararla sağlanması daha isabetli olabilirdi.
Kurul’un Philips soruşturmasının sözlü savunma toplantısında önerildiği gibi bir sektör inceleme çalışması ile tespitlerini yapması ve birçok sektörde olduğu gibi belirli davranışların sorun yarattığını genel ve hiçbir birel statü değişikliğine veya yaptırım tehdidine/desteğine işaret etmeyen sektör inceleme raporunda dile getirmesi de alternatif bir çözüm olabilirdi.
Tam da bu noktada Kurul’un Philips kararında liste halinde sunduğu davranış normlarına uyulmaması halinde başlatılacağını ifade ettiği (daha doğrusu görüş yazısı ile ifade edileceğini belirttiği) “işlem”in bir idarî yaptırım tehdidi içerip içermediği ve buradan hareketle, idari yargıda iptal davasına konu edilip edilemeyeceği meselesinin tartışılması gerekmektedir. Zira “yaptırım tehdidi taşıyan uyarıların iptal davasına konu olacağı doktrinde kabul edilmektedir[5].” Bununla birlikte, “yaptırım tehdidi taşıyan uyarıların[6] idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülebilir bir işlem niteliğinde olup olmadığı konusunda Danıştay kararları arasında bir birlikteliğin bulunmadığını”[7] hemen belirtelim. Gerçekten, “Danıştay bir kısım kararlarında yaptırım tehdidi taşıyan uyarıları kesin ve yürütülebilir işlem niteliğinde görmüştür”[8] ancak “bir kısım kararlarında ise yaptırım tehdidi taşıyan uyarıları kesin ve yürütülebilir işlem niteliğinde görmemiştir.[9]”
Öncelikle, yukarıda kısaca değindiğimiz gibi, Rekabet Kanunu kapsamında Kurul’un herhangi bir inceleme süreci yürütmeksizin idarî para cezası verme yetkisi bulunmadığından, buradaki “işlem” kavramının geniş anlamda bir inceleme sürecini ifade ettiği öne sürülebilir. Bu doğrultuda, önaraştırma veya soruşturma açılması, sürecin mutlaka idarî para cezasıyla sonuçlanacağı anlamına gelmediğinden, böyle bir görüşün herhangi bir idarî yaptırım tehdidi içermediği savunulabilir. Keza Danıştay’ın bu tarz soruşturma tehditlerinin hatırlatma işlemlerini etkili ve icra edilebilir hale getirmediğini, dolayısıyla da tek başlarına iptal davasına konu yapılamayacakları yönünde kararları bulunmaktadır[10] (DİDDGK, E. 1995/769, K. 1997/525, 17.10.1997, DD, 95, 1998, s. 87; D10D, E. 2000/936, K. 2002/4487, k.t. 20.11.2002). Gerçekten, Danıştay’a göre, Rekabet Kurulu’nun ihlal başvuruları üzerine verdiği görüşler içerik itibarıyla uyarı niteliğindedir ve bunlara uyup uyulmaması konusunda takdir davacıya aittir; bu doğrultuda bu tür görüşler iptal davasına konu edilemezler[11]. Yine Danıştay’a göre, ilgililere aralarındaki dikey anlaşmaları sonlandırmaları için süre tanıyan ve aksi takdirde soruşturma açılacağını bildiren işlemler de icrai değildir[12].
Ali Ulusoy, benzer biçimde, “Danıştay’ın son zamanlarda istikrar kazanmış içtihadında, idarenin kişilere belli bir süre vererek bir uyarıda bulunduğu ve süre sonunda yıkım, idari para cezası, idarece resen tahliye gibi kamu otoritesi kullanma kapsamında bir işlem yapacağını bildirdiği işlemleri ‘kamu otoritesi kullanılacağına yönelik doğrudan bir kamusal tehdit’ niteliğinde görerek ‘icrai’ işlem olarak kabul ettiğini” ifade etmektedir[13]. Bununla birlikte, müellif, “idarenin ilgiliye belli bir süre vererek bu süre içinde idareye bir meblağın (örneğin idarenin bir taşınmazından kaynaklanan kira alacağının) ödenmesinin istenildiği ve bu süre içinde ödeme yapılmadığı takdirde ‘alacak davası açılacağının’ veya ‘genel hükümlere göre işlem yapılacağının’ bildirildiği işlemlerin ‘icrai’ nitelikte sayılmadığını çünkü bu durumda idarece yapılan ‘uyarıya’ uyulmaması halinde, idarenin doğrudan kamu otoritesi kullanamayacağını” vurgulamaktadır[14].
Oysa kişinin (teşebbüsün) hukukî statüsünü etkileyecek yeni bir işleme maruz kalacağının hatırlatılması, tek başına bir yaptırım unsuru içermese de bir “yaptırım desteği” olarak nitelendirilebilecektir[15]. Zira teşebbüs, Philips kararı uyarınca Kurul’un görüş yazısı kendisine tebliğ edildikten sonra şunu bilecektir: Kurul’un uyarısı dikkate alınmazsa, hakkında Rekabet Kurumu tarafından inceleme başlatılmış bir teşebbüs statüsüne girme olasılığı yüksektir. Keza rekabet hukuku soruşturmalarının basına yansıdığı andan itibaren teşebbüslerin ticarî itibarını zedelediği gibi etmenler dikkate alınmalı ve düzenleyici kurumların bu tür görüşlerine karşı iptal davası açılabilmelidir. “Zira bunları yargısal denetimin dışında tutmak demek, özellikle bu işlemlerin idari faaliyet içinde artan payları sebebiyle, işlemlerin hukuka aykırı olmaları ihtimalinde muhataplarını hukuki güvenceden mahrum bırakmak anlamına gelebilecektir[16].” Gerçekten, idareler, icrai kabul edilen işlemler yerine, bu yazının konusu olan “görüş”leri tercih ederek hem fiili etki yaratma olanağına sahip olup hem de yargı denetimine tabi olmaktan kurtulabilirler[17].
Bige Açımuz’un isabetle ifade ettiği üzere, “… işlemin nitelenmesinde muhatabın üzerinde yarattığı etkinin ve hatta muhatabın algısının dikkate alınması … yeni bir düşüncedir. Sosyolojik ya da realist olarak ifade edilen bu yaklaşıma göre normatiflik, normun kaynağında değil algılanmasında, kabulünde, karşılanmasında kendini gösterir ve bu noktada muhatapların davranışlarında oluşabilecek etki önem kazanır. Bu durumda … ‘davranışları etkileme gücünün’ ölçülmesi, işlemin yarattığı sonuçların ve etkinin ne olduğunu veya olabileceğini değerlendirmek anlamına gelecektir. Bu değerlendirme yapılırken de ister istemez muhatapların algıları üzerinde durulacaktır. Nitekim bağımsız idari otoritelerin tavsiye kararları ve görüşleri konusunda muhatapların bunlara uyulmasının zorunlu olduğunu varsaymaları veya davranışlarını bu işlemlere göre şekillendirmeleri bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır[18].”
İşte bu olguyu fark eden Fransız Danıştayı, 21 Mart 2016 tarihli Fairvesta ve Numericable kararlarıyla, önceki içtihadını değiştirmiş ve bu yazının konusu olan görüşlere karşı idari yargıda dava açılabileceğine hükmetmiştir[19]. Gerçekten, Fransız Danıştayı’na göre, “regülasyon otoriteleri tarafından kendilerine yüklenen görevler kapsamında benimsenen görüşler, tavsiyeler, uyarılar ve kanaat açıklamaları sadece genel ve zorlayıcı nitelik taşımaları veya bu otoritelerin daha sonra aykırılığı yaptırıma tabi tutabilecekleri bireysel talimatlar içermeleri halinde değil, aynı zamanda ekonomik sonuçlar da dahil olmak üzere önemli sonuçlar doğurmaları veya yöneldikleri kişilerin davranışlarını kayda değer derecede etkilemeyi hedeflemeleri halinde de iptal davasına konu olabileceklerdir.”[20]
Süreçte sıradaki adım görüş yazısının tebliğ edilmesi ve gerekçeli kararın yayımlanması. Usulen farklı bir yönteme tabi olması sebebiyle Philips kararının tartışılmasını bekliyoruz. Bizler de süreci yakından takip edeceğiz zira Fransız Danıştayı’nın iptal davasının kapsamını genişleten bu içtihat değişikliğini hukuk devleti ilkesi bakımından olumlu buluyoruz ve Fransız Danıştayı’nın anılan güncel içtihadının Türk hukukuna da sirayet etmesini umuyoruz.
*Rekabet Kurumu’nun internet sitesinde, “Nihai Karar Açıklamaları / Tefhim Duyuruları” başlığı altında, 1.9.2021 tarihinde, Philips hakkında yürütülen soruşturmanın sonuçlandığı bilgisine ve bu soruşturmaya ilişkin nihai kararın 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 49. maddesi yapılan açıklamasına yer verilmiştir. Bu doğrultuda, bu yazıda Philips (nihai) kararı ile kastedilen, esasen nihai kararın tefhimine yönelik yapılan bu açıklamadır. Anılan açıklama için linke tıklayınız: https://www.rekabet.gov.tr/Dosya/nihai-karar-aciklamalari-tefhim-duyurulari/turkphilips2021nihaikarar-20210901145346101-pdf (Erişim tarihi: 5.10.2021)
[1] Kurul kararlarıyla teşebbüslerin oldukça ağır idari para cezalarıyla karşı karşıya kalabildikleri, dolayısıyla (Kurul kararlarıyla) teşebbüslerin mülkiyet haklarının önemli ölçüde sınırlanabildiği unutulmamalıdır.
[2] Cem Ayaydın, İdare Hukuku’na Giriş, Cilt 2, İstanbul, Yenilik Basımevi, 2008, s. 101.
[3] Rekabet Kurulu’nun 26.08.2021 tarih ve 21-40/589-286 sayılı kararının kısa duyurusuna şu link üzerinden erişilebilir: https://www.rekabet.gov.tr/Dosya/geneldosya/turkphilips2021nihaikarar-pdf (Erişim tarihi: 18.10.2021)
[4] Bu görüşün sektördeki tüm teşebbüslere ayrı ayrı gönderilmesi beklenmektedir. Söz konusu görüşler gönderildikten sonra sektöre yeni oyuncular girmesi durumunda, bu yeni oyunculara da anılan yöndeki görüşün gönderilip gönderilmeyeceği konusu, kanaatimizce belirsizdir.
[5] Bahtiyar Akyılmaz/Murat Sezginer/Cemil Kaya, Türk İdare Hukuku, 13. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, Şubat 2021, s. 355.
[6] Bu yazının konusunu oluşturan “görüş”, sözü edilen “uyarı” olarak okunabilir. Diğer bir ifadeyle, burada “yaptırım tehdidi taşıyan uyarılar” için söylenenler, elbette “yaptırım tehdidi taşıyan görüşler” için de geçerlidir.
[7] Bahtiyar Akyılmaz/Murat Sezginer/Cemil Kaya, Türk İdare Hukuku, 13. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, Şubat 2021, s. 355.
[8] Bahtiyar Akyılmaz/Murat Sezginer/Cemil Kaya, Türk İdare Hukuku, 13. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, Şubat 2021, s. 355.
[9] Bahtiyar Akyılmaz/Murat Sezginer/Cemil Kaya, Türk İdare Hukuku, 13. Baskı, Ankara, Savaş Yayınevi, Şubat 2021, s. 356.
[10] Onur Karahanoğulları, İdarenin Hukukla Kavranması: Yasallık ve İdari İşlemler (Yargı Kararlarına Dayalı Bir İnceleme), 3. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 2015, s. 420, 421.
[11] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 544. Anılan makaleye erişmek için linke tıklayınız: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/607528 (Erişim tarihi: 15.10.2021)
[12] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 544 ve dipnot no: 97.
[13] Ali D. Ulusoy, Yeni Türk İdare Hukuku, 3. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2020, s. 278.
[14] Ali D. Ulusoy, Yeni Türk İdare Hukuku, 3. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2020, s. 278.
[15] Onur Karahanoğulları, İdarenin Hukukla Kavranması: Yasallık ve İdari İşlemler (Yargı Kararlarına Dayalı Bir İnceleme), 3. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 2015, s. 307.
[16] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 556.
[17] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 556 ve dipnot not: 174.
[18] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 555.
[19] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 557.
[20] Bige Açımuz, “İdarenin Esnek Hukuk İşlemlerinin Yargısal Denetime Konu Edilmesi: Fransız Hukuku Odaklı İnceleme”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, Aralık 2018, ISSN 2146-0590, s. 557.