Emin Köksal & Elif Naz Semercioğlu
Günümüzde etkilerini hissetmeye başladığımız iklim krizi sadece bilimin değil tüm dünya siyasetinin gündeminde ve olmaya da devam edecek. Sanayi devriminden günümüze, kömür ve petrol gibi fosil yakıtların kullanımından kaynaklanan artan emisyonlarla beraber dünyadaki ortalama sıcaklığının ivmelenerek arttığı artık inkâr edilemeyen bilimsel bir gerçek. Ülkeler bu krizin önüne geçmek için çareyi düzenli aralıklarla toplanıp, küresel anlaşmalar yapmakta arıyor. Bu bağlamada, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki COP (Conference of the Parties – Taraflar Konferansı) toplantıları küresel ısınma ve etkilerinin azaltılması için ülkelerin işbirliği içinde buluştuğu organizasyonlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Hatırlatmak gerekirse, 2015’te COP20’de Paris Anlaşması ile 194 ülkenin taraf olduğu şimdiye kadar yapılan en kapsamlı iklim anlaşması yapılmıştı. Bu yılki COP27 ise Mısır ev sahipliğinde gerçekleşti. Daha önce çeşitli vesileler ile ele aldığımız konuyu[1], bu yazıda hem CO27’nin sonuçları hem de Türkiye’nin yenilediği niyet beyanı çerçevesinde ele almaya çalışacağız.
Ana Hatlarıyla COP27 Zirvesi
Afrika topraklarından bir ülkenin beşinci kez taraf devletleri konuk ettiği konferansta Mısır hükümetinin başlıca hedefinin iklim değişikliğinin Afrika kıtası üzerindeki etkisine dikkat çekmek olduğu belirtiliyor. Zira BM’ye göre, Afrika iklim krizinin sonuçları karşısındaki en savunmasız bölgeler arasında gelmekte. COP27’nin 200’den fazla ülkenin hükümetin bulunduğu davetli listesinde hükümetlere ek olarak, çevre ve düşünce kuruluşları, şirketler de yer aldı. Katılımcılardan ortak şekilde beklenen ise, farklılıkların bir kenara bırakılması ve “taahhüt çağına son verip uygulama çağının başlatılması” oldu. Bu kapsamda belirlenen hedefler, sera gazı emisyonlarının azaltılması, ormanların korunması, fosil yakıt kullanımının sınırlandırılması şeklinde listeleniyor. Gelişmiş ülkelerin konferanstan beklentisi belirtilen amaçlar doğrultusunda gelişmekte olan ülkelerden daha fazla azaltım taahhüdü alınmasıyken, gelişmekte olan ülkeler iklim krizinin sebep olduğu zararlar için finansal destek çağrısı yapıyor. Yazının devamında beklentilerin ne ölçüde karşılandığı ve Türkiye’nin konferansta açıkladığı yeni iklim hedefini ele alacağız.
“Kayıp ve Zarar Fonu”
COP27’nin gündemindeki temel konulardan biri iklim değişikliğiyle mücadele için gerekli finansmanı sağlamaktı. Finans konusundaki görüşmeler iki başlık altında şekillenmekte. Bu başlıklar (1) zararı engelleyecek uygulamalar için finansal destek sağlanması ve (2) iklim krizinden etkilenen yoksul ülkelere “kayıp ve zarar” finansmanı verilmesi olarak karşımıza çıkıyor. Yoksul ülkeler yıllardır iklim krizinin yarattığı maliyeti karşılamak için taraf devletlerden maddi destek talep etmekteydi. Bu yılki konferansta talepleri karşılık buluyor ve gelişmiş ülkeler çok da hevesli olmayan şekilde ve iki gün süren tartışmalar sonunda “Kayıp ve Zarar Fonu” adı verilen fon ile yoksul ülkelerin zararlarının karşılanması konusunda anlaşmaya varıyorlar. Henüz ülke bazında fon dağılımının nasıl şekilleneceği netleşmiş olmasa da anlaşmanın sembolik olarak büyük önem taşıdığını söyleyebiliriz.
Fosil Yakıtların Kullanımının Sonlandırılması Konusunda Taahhüt Verilmedi
G20 ülkelerinin çağrılarına rağmen, COP27’nin hedefleri arasında yer alan emisyonların azaltılması için atılacak en önemli adımlardan olan fosil yakıt tüketiminin aşamalı olarak sonlandırılması adına sonuç bildirgesinde herhangi bir taahhüde yer verilmedi. Gelişmiş ülkelerin bu kapsamdaki hoşnutsuzluğuna ek olarak, çevreciler de bildirgede yer alan “düşük emisyonlu enerji” ifadesinin ileride fosil yakıtların arzu edilmeyen bir şekilde bu kategori altında değerlendirilebileceği ve kullanımının süreceği konusunda endişelerini dile getiriyor. Ek olarak, katılıcımlar kömür projelerinin durdurulması ve var olan kömür sahalarının 2040 yılına kadar kapatılması gerektiği konusunda hemfikir.[2]
Türkiye’nin Yenilenen Ulusal Katkı Niyet Beyanı Neleri Hedefliyor?
COP27’de katılımcı ülkelerden ulusal katkı niyet beyanlarını revize etmeleri beklenmekteydi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un konferansta sunduğu Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nda Türkiye’nin emisyonlar için hedeflerinin “mutlak azaltım” yerine yine “artıştan azaltım” şeklinde yenilendiği görüldü. Türkiye, 2015 yılında Paris Anlaşması için sunduğu niyet beyanında 2030 yılına kadar artmasını beklediği emisyonlardan %21 oranında bir azaltım taahhüdünde bulunmuştu. Yeni açıklanan niyet beyanında bunun %41 düzeyine çıkarıldığını gözlemliyoruz. Her ne kadar bu hedef iddialı gibi görünse de 2053’te koyulan net-sıfır emisyon hedefi ile tutarlı olduğunu söylemek oldukça güç.
Paris Anlaşması’nı onaylamasıyla uluslararası fonlardan yararlanma imkânı bulan Türkiye’nin 2053 yılına gelindiğinde net sıfır hedefine ulaşabilmesi için emisyonlarda “mutlak azaltım” konusunda yol alması gerekiyor. Bakan Kurum’un açıkladığı senaryoda, 2038’de emisyonların – 2020 düzeyinden yaklaşık %33 artarak – azami düzeyine erişmesi ardından 2053’e kadar geçecek 15 yıl gibi kısa sürede sıfıra yakınsaması bekleniyor. Bu durum emisyon azaltımının maliyetlerini zamana yayarak 2038 sonrası için dönüşüm maliyetlerinin ciddi oranda artışı hatta net-sıfır hedefine ulaşamama riskini de beraberinde getiriyor. Detayları açıklandığında Türkiye’nin bu yeni yol haritasına – özelikle rekabet ve regülasyon perspektifinden – bakmaya devam edeceğiz.
[1] İklim Değişikliği ile Mücadelede Yeni Perde: İklim Şurası Sonuç Bildirgesi – Rekabet ve Regülasyon
AB’de İklim Kanunu Yasalaşma Sürecindeyken Türkiye ne yapıyor? – Rekabet ve Regülasyon
[2] COP 27 sona erdi: ‘Kayıp ve Zarar Fonu’ kurulacak, fosil yakıtların azaltılmasında ilerleme yok – BBC News Türkçe