Rekabet ve regülasyon bloğumuzda uzun yıllardır uluslararası ticaretin regülasyonu ya da ithalatta haksız rekabete dair hem ülkemizde hem de dünyada yaşanan gelişmeleri sizlere aktarıyoruz. Sizin de gözlemlediğiniz üzere son dönemlerde yazılarımız aralıkları dünyada her gün yaşanan gelişmeler nedeniyle sıklaşmaya başladı. Tarihin hiçbir noktasında uluslararası ticaret kurallarının bu denli tartışıldığı ve ihlal edildiği bir dönem olmadığını değerlendiriyoruz. Özellikle Çin’in dünyadaki ticaret taşlarını yerinden oynatması, Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi, Brexit ve her gün imzalanan serbest ticaret anlaşmaları gibi birçok sebeple dünya ticaretinin dinamikleri esaslı olarak değişiyor. Öte yandan, uluslararası ticaret kurallarının yerindeliği ve işlevselliği ise her geçen gün tartışma konusu oluyor. Ülkemiz ise şu an uluslararası arenada hiç olmadığı kadar aktif durumda. Türkiye’nin Dünya Ticaret Örgütü (“DTÖ”) nezdinde hâlihazırda tarafı olduğu altı uyuşmazlık bulunmakta ve 1995 yılından bugüne kadar toplam sayının 17 olduğu düşünülecek olursa dünya ticaretindeki uyuşmazlıkların ne denli arttığı gözlemlenebilecektir.
Dünyadaki tüm bu gelişmeler ışığında ülkemizin ve ülkemizde faaliyet gösteren şirketlerin ilerleyen dönemde hiç olmadığı kadar etkileneceğini öngörmekteyiz. Öte yandan, ülkemizde uluslararası ticaret kurallarının bilincinin yüksek olmadığını gözlemliyoruz. Bir başka deyişle, birçok kişinin haberlerde okudukları ekstra gümrük vergilerinin bir şirketin talebi üzerine geldiğini ya da DTÖ nezdinde açılan davaların kendi şirketlerinin operasyonlarını ciddi şekilde etkileyeceğinin tam olarak bilincinde olmadığı düşünüyoruz. Tam da bu sebeple uluslararası ticaret hukukunu enine boyuna ele alacak yeni bir yazı dizisi başlatma kararı almıştık. İlk iki yazımızda sırasıyla devlet teşvikleri ve dampinge ilişkin DTÖ kurallarını aktarmıştık. Her iki uygulamada Türk hukukunda haksız rekabet olarak değerlendirilirken bu yazıda ele alacağımız korunma önlemleri bu üç rejim arasında en masum olarak nitelenebilecektir.
Nedir bu korunma önlemi?
Korunma önlemleri en basit tanımıyla aşırı ithalattan etkilenen yerel üreticileri korumak için ithal mallara getirilen ekstra yükümlülükleri ifade etmektedir. Türkiye’nin taraf olduğu Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması[1] (“GATT”) ve DTÖ Korunma Önlemleri Anlaşması (“KÖA”)[2] uluslararası ticaret sistemini geliştirmek ve güçlendirmek için korunma önlemlerinin uygulanmasına ilişkin ana ilkeleri ortaya koymaktadır. Ayrıca KÖA altındaki uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında yayınlanan İthalatta Korunma Önlemleri Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı ve İthalatta Korunma Önlemleri Yönetmeliği ilgili ulusal mevzuat olarak uygulamaya esas teşkil etmektedir.
KÖA madde 2.1 ve GATT madde XIX uyarınca taraf devletler, öngörülemeyen bir şekilde mutlak ya da nispi olarak artış gösteren ithalat sonucunda ithal edilen mala benzer veya doğrudan rakip ürünleri üreten yerli üreticilerin ciddi zarar görmesi ya da bu yönde bir tehdit oluşması durumunda, söz konusu ürünleri korumak için korunma önlemi uygulama hakkına sahiptir. Bu hak uyarınca taraf devletler, normal şartlar altında GATT madde II kapsamında aşılması ihlal teşkil eden gümrük vergisi hadlerini aşarak ek gümrük vergisi uygulama hakkı kazanmaktadır. Ancak korunma önlemi uygulanması için temel olarak üç şart aranmaktadır:
- ithalatta öngörülemeyen bir artış,
- ciddi zarar veya tehdidi ve
- artan ithalat ve zarar arasında illiyet bağı olması gerekmektedir.
Bahsi geçen şartların her birinin varlığı halinde DTÖ hukukuna uygun bir şekilde korunma önlemi uygulanması mümkün olacaktır.
Korunma Önleminin Şartları
İlk olarak ithalatta öngörülemeyen bir artışın yaşanması gerekmektedir. ABD- Çelik Korunma Önlemi[3] davasında Temyiz Organı ithalattaki artışın güncel, ani, keskin ve kayda değer olması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu değerlendirme yapılırken ithalat rakamlarının yerel üretimle kıyaslanması gerekir, nitekim aynı zamanda artan yerel üretim korunma önlemi uygulanmasının gerekli olmadığını ifade ediyor olabilir. Bu sebeple Soruşturmada güncel rakamların ekonomistler tarafından etraflıca analiz edilmesi gerekmektedir.
İkinci koşul ise bir zarar analizini gerekli kılmaktadır. KÖA madde 4 ciddi zararı yerli sanayinin durumunda belirgin genel bir bozulma olarak nitelendirmektedir. Ciddi zarar tehdidi ise mevcut bilgilere dayanarak açıkça öngörülebilen zarar tehdidi olarak değerlendirilmektedir. ABD – Kuzu[4] davasında Temyiz Organı ciddi zarar veya zarar tehdidini değerlendirilmesi yapılırken ilgili her türlü unsurun incelenmesi gerektiğini aksi bir durumun KÖA 4. maddesinin ihlali olarak değerlendirileceğini belirtmiştir. Dolayısıyla yerli üreticilerin zarar görmediği hatta pazar payı kazandığı bir senaryoda DTÖ hukukuna uygun olarak bir korunma önlemi getirmek pek mümkün gözükmemektedir. Elbette her olay özelinde değerlendirme yapmanın önemini unutmamak gerekir.
Son olarak ise illiyet bağı değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir. Esasında hukukçuların aşina olduğu bir kavram olan illiyet bağı korunma önlemleri kapsamında ithalatta yaşanan artış ile yerli üreticilerin karşı karşıya kaldığı zarar veya zarar tehdidi arasında doğrudan bir ilişki olması gerektiği anlamına gelmektedir. Bugün karar alma nisabını kaybeden ve uluslararası ticaretin en yüksek uyuşmazlık çözüm mekanizması olan DTÖ Temyiz Organı kararlarından bir örnek vermek gerekir ise, ABD – Buğday Gluteni [5]davasında Temyiz Organı artan ithalatın tek başına yerel üreticileri ciddi tehdit edecek potansiyelde olması gerektiğini ve zarara yol açan diğer unsurların bu değerlendirmeden ari tutulması gerektiğini belirtmiştir.
Türkiye’den içerisinde bulunduğumuz bir soruşturma
2017 yılında İthalatta Korunma Önlemleri Yönetmeliği kapsamında Türkiye’de kara taşıtlarında kullanılan lastiklerin %58’sini üreten firmaların Ekonomi Bakanlığı’na[6] başvurusu ile söz konusu ürünlerin Türkiye’ye ithalatının öngörülemeyen bir şekilde artıp artmadığının ve artış var ise yerli üreticilerin bu sebeple zarara uğrayıp uğramadıklarının değerlendirilmesi için 2017/1 sayılı İthalatta Korunma Önlemlerine İlişkin Tebliğ ile korunma önlemi soruşturması açılmıştır.
Yerli üreticiler tarafından Ekonomi Bakanlığı’na sunulan gizli olmayan şikayetçi özetinde Türkiye’ye ithal edilen lastiklerin kategori bazında ithalat miktarları ve değerleri sunulmuştur. Bu kapsamda, ülkemize ithal edilen tüm lastiklerin sırasıyla 2014, 2015 ve 2016 yıllarında; 12.659.468, 14.035.933 ve 14.742.353 adet olduğu ve bu sebeple 2014 yılında %45 pazar payına sahip olan ithalatçıların 2016 yılında artan ithalatın etkisiyle %48 pazar payına ulaştığı belirtilmiştir. Türkiye’ye en çok ürün ihraç eden ülkeler ise Romanya, Çin, Almanya ve İspanya olarak şekillenmiştir. Bu kapsamda iddiaların incelenmesi için Bakanlık tarafından soruşturma açılmış ve menşei fark etmeksizin ithalatçıların hazırlanan soru formlarını cevaplandırması talep edilmiştir.
Bu kapsamda tarafımızca Türkiye’ye ithalat gerçekleştiren uluslararası bir lastik üreticisine soruşturma kapsamında danışmanlık hizmeti verilmiştir. Tarafımızca artan ithalatın öngörülemeyen nedenlerle gerçekleşmediği, hatta aynı dönemlerde yerli üreticilerin de kapasite artışına gittiği, dolayısı ile yerli üreticiler zarara uğramış olsa bile bu zararın öngörülemeyen bir artıştan kaynaklanmadığı belirtilmiştir.
Ek olarak, yerli üreticiler tarafından zarar uğranılmış olsa bile bu zararın döviz alış kurundaki artıştan, hammadde fiyatlarındaki yükselmeden gerçekleştiği belirtilmiştir. Ayrıca yerli üreticilerin cüzi de olsa kaybettiği iç pazar payının ihracattaki artış ile telafi edildiği bu sebeple ortada bir zarar olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu savunmalarımız sonucunda Ekonomi Bakanlığı tarafından iddialarımız isabetli bulunmuş ve soruşturma herhangi bir önlem alınmaksızın sonuçlandırılmıştır.
Sonuç
Yukarıda ana hatlarıyla ele alınan şartların varlığı halinde bir DTÖ üyesinin yerel üreticileri korumak amacıyla artan ithalatı önleme güdüsüyle ek gümrük vergisi uygulama imkanı bulunmaktadır. Elbette bu verginin getirilmesinden önce bir soruşturma açılması, gerekli usule ilişkin işlemlerin yerine getirilmesi (örneğin, DTÖ’ye soruşturma açıldığına dair bildirim) gerekmektedir. Aksi takdirde üyeler arasında uyuşmazlıklar çıkabilecektir. Bu uyuşmazlıklara bir örnek vermek gerekir ise, 19 Mart tarihinde Türkiye Avrupa Birliği tarafından çelik ürünlerine getirilen korunma önlemleri için görüşme[7] talep etmiştir.
Sonuç olarak, yazımızı bu kısma kadar okuyan yerli üreticilerimizin de artan ithalattan zarar görmeleri durumunda her zaman Ticaret Bakanlığı’mızdan bir önlem talep etme hakkına haiz olduklarını kavradıkları düşüncesindeyiz. Şayet artan ithalattan zarar gören bir üreticiyseniz şirketinizi yeniden ayağa kaldıracak çözüm burada yatıyor olabilir.
[1] The General Agreement on Tariffs and Trade, https://www.wto.org/english/docs_e/legal_e/gatt47_01_e.htm, son erişim 9 Ocak 2019
[2] Agreement on Safeguards, https://www.wto.org/english/docs_e/legal_e/25-safeg_e.htm, son erişim 9 Ocak 2019
[3] Appallate Body Report, United States – Definitive Safeguard Measures on Imports of Certain Steel (2003), para. 390.
[4] Appallate Body Report, United States – Safeguard Measures on Imports of Fresh, Chilled or Frozen Lamb Meat from New Zeland and Australia (2001), para. 103.
[5] Appallate Body Repot, United States – Definitive Safeguard Measures on Imports of Wheat Gluten from the European Communities (2001), para. 70.
[6] Söz konusu soruşturma yetkisi halihazırda Ticaret Bakanlığı İthalat Genel Müdürlüğü’ndedir.
[7] Görüşmeler( consultation) DTÖ anlaşmalarının usule ilişkin kurallarını belirleyen Agreement on Dispute Settlement Understanding uyarınca bir panel oluşturulması için zorunlu bir adımdır. Tarafların 60 gün süren görüşmeler içerisinde aralarındaki uyuşmazlığı çözememesi durumunda hukuken de bir uyuşmazlık ortaya çıkmakta ve konu panele taşınmaktadır.