Türkiye’nin deprem kuşağı üzerinde yer alması nedeniyle deprem riskiyle her daim karşı karşıya kaldığı yadsınamaz bir gerçek. Yıllar boyu üzerinde birçok deprem yaşanan ülkemizde, en son 2023 yılında Kahramanmaraş merkezli büyük deprem felaketleri on binlerce kişinin vefatı ve yine on binlerce kişinin konut ve iş yerinin yıkılmasına neden olarak maddi ve manevi birçok zarara sebebiyet verdi. Bizler de bahse konu depremin 1. yıl dönümünde, ülkemizdeki hukuki düzenlemelerin, iskân alınmış yapıların sonradan riskli hale gelmeleri durumundaki yeterliliğini tartışmak ve konuyla ilgili çözüm önerilerimizi bu yazımızda mercek altına almak istedik. Bu bağlamda, öncelikle Türkiye’deki mevcut mevzuat ve uygulamalara değinip, daha sonra yapı denetiminin önemini vurgulayarak bir sonraki deprem felaketine hazırlıklı olabilmek adına hukuk ve ekonomi perspektifinden yapılması gerekenleri ele alacağız.
Türkiye’deki Mevzuat ve Uygulamalar
Türkiye’de, yapılar ve yapılardan kaynaklı zararların tazminine ilişkin temel mevzuat aşağıdaki gibidir:
- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”)
- 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun
- 6306 sayılı Risk Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
- 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu
- 5393 sayılı Belediye Kanunu
Mevzuat incelendiğinde, düzenlemelerin bir kısmının yapının hukuka uygun inşası aşaması ile ilgili olduğu, bir kısmının ise risk gerçekleştikten sonra ortaya çıkan tazminattan kaynaklı borca ilişkin olduğunu görüyoruz.
Esasen, yapı maliki ile intifa ve oturma hakkı sahipleri, yapının meydana getirdiği tehlike ve buna bağlı olarak da zararlardan sorumlu. Bu çerçevede yapı maliki, yapının tehlikeli bir durumda olduğunu bilmesi veya bilmesi gerektiği hallerde tedbir almadığı sürece, yapıyı kullanan veya yakın çevresinde bulunan kişilere zarar veren olaylardan dolayı sorumlu tutulabilmekte. Dolayısıyla yapı malikinin yapıyı güvenli hale getirme, güçlendirme veya gerekli onarımları yapma gibi sorumlulukları bulunuyor. Ancak belirtmek gerekir ki bir binanın yapımındaki bozukluk çoğu kez yapı malikin yanı sıra, yüklenicinin, mimarın, mühendisin veya denetim makamlarının kusurlu davranışları sonucunda da söz konusu olabiliyor. Örneğin pratikte, mevzuata ve teknik düzenlemelere uygun yapılmamış, eksik ve bozuk malzeme kullanılmış, olması gerekenden fazla kat çıkılmış yapılara dahi, yapı kullanma izninin verilebildiği (?) görülüyor.
Bununla birlikte, bir zarar meydana geldiğinde ise yapı maliklerinin TBK kapsamında kusursuz sorumlulukları söz konusu olup, kurtuluş kanıtı getirme imkânı da bulunmuyor. Dolayısıyla, yapım bozukluğu ya da bakım eksikliğindeki özensizlik, kusur derecesine ulaşmasa bile tazminat sorumluluğu doğuyor. Ancak, bahse konu tazminat sorumluluğunun caydırıcı olması son derece önemli. Tazminat hukukumuzdaki “zenginleşme yasağının” bu noktada olumsuz etkisi olduğunu belirtmekte fayda var. Zira, hukukumuzda yapıdan kaynaklı bir risk gerçekleştiğinde sorumluların borcu zararın tazmini ile sınırlı. Aslında yapılması gereken esasen zararın tazmininden ziyade, riskin gerçekleşmesinin engellenmesi!
Bu noktada, kişinin ihmal içerisinde olup olmadığına dair yapılan değerlendirmede ekonomik prensiplere uyumlu bir ölçüt öngören ve “olası yarara” dikkat çeken Hand Formülünden bahsetmekte fayda görüyoruz[1]. Amerikalı hâkim Learned Hand tarafından 1949 yılında verilen bir yargı kararında kullanılan Hand Formulü uyarınca, makul özenin belirlenmesinde, söz konusu faaliyetin zararı meydana getirme olasılığı, zararın muhtemel ekonomik büyüklüğü ve zararın önlenmesi için yapılması gereken masraflar olmak üzere üç değişken göz önünde bulundurularak toplam fayda dikkate alınıyor[2]. Bu formüle göre, zararın meydana gelme olasılığı ile zararın büyüklüğü çarpılıyor ve eğer sonuç zararın önlenmesi için yapılması gereken masraflardan küçük ise özen yükümlülüğünün ihlali söz konusu oluyor[3]. Öte yandan uygulamada, riskin gerçekleşmemesi için yapılması gereken masraflar, riskin gerçekleşme ihtimali ile risk gerçekleştiğinde ödenmesi gereken tazminat miktarının çarpımından yüksek olabiliyor. Böyle durumlarda sorumluların riskin gerçekleşmesini engelleyecek önlemleri almasını beklemek ekonomik anlamda rasyonel değil. Maalesef bu denklemi uygulamamamın acı sonuçlarını ülkemizde Kahramanmaraş depremi de dahil olmak üzere pek çok depremde çok acı bir şekilde deneyimlemek zorunda kaldık.
Peki, ders aldık mı? Bu soruya da olumlu cevap vermek, pek mümkün değil! Yapılması gereken ne diye soracak olursak üç ihtimal söz konusu:
- Riskin gerçekleşmemesi içi yapılması gereken masrafları düşürmek,
- Riskin gerçekleşme ihtimalini düşürmek ki, bu noktada yapıların depreme dayanıklı inşa edilmeleri ve yapıların yapı kullanım izni aldıktan sonra da etkin bir şekilde denetimi son derece önem arz ediyor,
- Risk gerçekleştiğinde ödenmesi gereken tazminat miktarını yükseltmek.
Diğer yandan, Yapı Denetimi Hakkında Kanun uyarınca, Kanun kapsamına giren her türlü yapı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan (“Bakanlık”) aldığı izin belgesi ile çalışan ve münhasıran yapı denetimi ile uğraşan tüzel kişiliğe sahip yapı denetim kuruluşlarının denetimine tabii. Her ne kadar ilgili hüküm ile, yapıların beşer yıllık periyotlarla yapı denetim kuruluşlarınca denetlenmesi öngörülse de Yapı Denetim Kanunu’nun kapsamı “bina kimlik sertifikası alan yapılar” ile sınırlı. Bu hüküm, bina kimlik sertifikası alamamış eski yapıları kapsamıyor. Dolayısıyla bina kimlik sertifikası almamış bu eski yapıların denetimden geçmemiş olmaları, ciddi potansiyel tehlikeler taşıyabilecekleri anlamına geliyor. Bu durum, onları adeta “ruhsatsız bir araba” gibi alım-satımlarına müsaade etmemek gerek. Zira her iki durumda da belirli standartlara uygunluk ve güvenlik açısından gerekli kontrollerin yapılmamış olması, risklerin artmasına ve olası sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Türkiye’deki yapı stokunun ise büyük bir kısmının eski mevzuata dayanarak, yani yapı denetimi sistemine geçilmeden önce inşa edilmiş olması nedeniyle sağlıksız, dayanıksız ve riskli olduğu ise bir gerçek[4]. Esas olan bu eski yapılara ilişkin denetimlerin yapılması gerektiği. Buna ilişkin ilgili düzenlemeler ise Kentsel Dönüşüm Kanunu’nda yer almakla birlikte, bu düzenlemelerin probleme çözüm olmaktan uzak olduğu gerçeği Kahramanmaraş depreminde yüzümüze bir tokat gibi çarptı!
Kentsel Dönüşüm Kanunu incelendiğinde, çeşitli dönemlerde çıkarılan düzenlemelerin çoğunlukla afet sonrası rehabilitasyon sürecini hedef aldığı görülüyor. Kentsel dönüşüm, kentin imar planına uymayan ruhsatsız binaların yıkılıp, planlara uygun olarak toplu yerleşim alanlarının oluşturulması olarak adlandırılıyor. Kentsel Dönüşüm Kanunu’nun amacı afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek olarak belirtiliyor. Fakat, Kentsel Dönüşüm Kanunu kapsamında, malik dışında riskten etkilenebilecek diğer kişiler yapıların risk tespitini yaptıramıyor olması büyük bir problem.
Yapı denetimine ilişkin bir diğer düzenleme ise Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda yer alıyor. Buna göre, Büyükşehir Belediyelerinin konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşları ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemesi gerekiyor. Söz konusu denetimlerin idareye bırakılmış olması, olası bir zarar durumunda denetimlerin etkin yapılmamış olması sebebiyle idarenin sorumluluğunu doğurabiliyor. Ancak, bu noktada idarenin denetim yapma yükümlülüğünü daha somut bir şekilde düzenleyerek idarenin takdir yetkisine bırakmamak gerektiği çok açık. Pratikte, bahse konu denetimlerin etkin bir şekilde yapılmadığı gözlemlenebiliyor.
Yapı Denetimlerinin Önemi
Yapı denetimi, yapıların imar planı çerçevesinde fen, sanat ve sağlık kurallarına uygun bir biçimde aynı zamanda standartlara uygun olarak inşası için yapılan, işin proje aşamasından iskân alma aşamasına kadar görevli kurum, kuruluş ve kişiler tarafından denetlenmesi olarak adlandırılıyor[5]. Bir yapının inşa sürecinin denetlenmesi hem yapının projesinin hem de inşasının denetlenmesini kapsıyor. Yapı denetimleri, bu işi yapmak üzere izin belgesi alan yapı denetim firmaları tarafından gerçekleştiriliyor.
Yapılarla ilgili denetimlerin iskân (yapı kullanım izni) alındıktan sonra da yapılması son derece önemli. Zira, iskân alındıktan sonra, yapının farklı ve bağımsız kısımları, yapıyı kullanan kişiler tarafından değişikliğe uğratılabiliyor veya üzerlerinde çeşitli amaçlar ile tadilatlar yapılabiliyor. Değişiklik sonrası yapıda bir hasar meydana geldiğinde ise özellikle de yapı yıkılmışsa, değişiklikleri tespit etmek çok zor hale gelebiliyor. Dolayısıyla, yapıda meydana gelen kusurun zamanında tespit edilmesi, ileride ortaya çıkması muhtemel zararların engellenmesi açısından önemli bir yere sahip[6].
İdare yapı denetimleri konusundaki yetkisini re’sen kullanabilmekte. Denetimler esas olarak periyodik yapı denetimleri şeklinde gerçekleştirilebileceği gibi rastgele de yapılabiliyor. Yapıların yaşam döngüsünün bir parçası olarak belirli aralıklarla yapılması gereken bu denetimler ile, yapıların ömrünü uzatarak her şeyden önce başta yapı sakinleri olmak üzere ilgililerin can ve mal güvenliğini sağlamak ve böylece, depreme de dayanıklı bir hale getirilen yapılardaki kayıplarının en aza indirilmesi hedefleniyor. Dolayısıyla bu denetimlerin sıklaştırılması, etkinleştirilmesi veya yapılmasının ihmalinin yaptırıma bağlanması büyük öneme sahip. Bir diğer önemli husus ise, yapı maliki dışındaki kişilerin, örneğin aynı binada yaşayanların, yapının kiracılarının, yapının yarattığı risk nedeniyle zarara uğraması muhtemel olan kişilere de idari başvuru hakkı tanınması.
Hukuken Nelerin Değiştirilmesi Gerekiyor?
Mevcut düzenlemelerin yetersizliği ve mevzuatın yeteri kadar iyi uygulanmaması sebebiyle daha önce yaşananlarda olduğu gibi Kahramanmaraş merkezli depremde binlerce insanı kaybettik. Bu noktadaki eksikliğin önemli bir kısmının, idari denetim ve idarenin hukukilik denetimi ile ilgili olduğuna şüphe yok! Ancak, biz bu yazımızın konu sınırlaması nedeniyle bu problemler üzerinde durmayacağız. Depremlerin bir felakete dönüşüp dönüşmemesi, aldığımız önlemler ve hazırlıklarla doğrudan ilişkili. Ünlü Lizbon depreminden sonra Voltaire’in; Leibniz ve Papa’nın ilahi kadere gönderme yapan yaklaşımını eleştirerek depremin dini bir mesele olmaktan ziyade, “Deprem jeolojinin konusudur.” söylemine, J.J Rousseau’nun “Deprem bir doğa olayıdır, kabul… Peki, depremlerde neden sadece yoksullar ölüyor?” sorusu, depremler neticesinde ortaya çıkan yıkımların ekonomik gerekçelerine vurgu yapmıyor mu? Bu soru hepimizin canını acıtmıyor mu?
Depremin ekonomik etkilerine değinmek gerekirse, insani kayıplarla birlikte çok büyük bir boyutta maddi kayıplar da yaşandı. Devletin afet sonrası müdahaleleri, tazminatlar ve yeniden yapılanma sürecindeki rolü göz önünde bulundurulduğunda ekonomik yaşama özgü hukuk kurallarının değişiminin değerlendirilerek ekonomik regülasyon hukukunu sistematik hale getirecek bilgi birikiminin hem tazminat hem de yapı ile ilgili düzenlemelere yansıtılması büyük önem arz ediyor[7]. Zira ancak iyi tasarlanmış bir hukuk sistemi yoluyla devlet, depremin sebep olduğu ve olacağı zararları azaltarak ekonomik ve sosyal değerlerin korunmasına fayda sağlayabilecek.
Depremlerde de görüldüğü üzere riskli yapılardan kaynaklı olarak telafi edilmesi mümkün olmayan zararlar söz konusu olduğunda, olması gerekenin zararın ortaya çıkmasının engellenmesi yani öncül (ex-ante) düzenlemeler yapılması ve bunların etkin uygulanması olduğuna şüphe yok. Dolayısıyla, konuyla ilgili mevzuatın bu perspektiften incelenmesi ve zarar ortaya çıkmadan gerekli önlemleri almalarına yönelik düzenlemelerin hiç vakit kaybetmeksizin yapılması gerek. Bununla birlikte, ardıl (ex-post) hukuki mekanizmaların caydırıcılığı dikkate alınarak tazminat hukukumuzdaki zenginleşme yasağının etkin bir tazminat sistemi sağlayabilmek adına riskli yapılarla ilgili olarak yeniden değerlendirilmesi ve yukarıda da belirttiğimiz üzere zararın ortaya çıkması halinde ödenecek tazminat miktarının arttırılmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması da son derece önemli!
Bununla beraber, denetim sürecini daha sistemli hale getirmek için, denetim firmalarının belirli bir standart ve prosedür çerçevesinde faaliyet göstermelerini sağlayacak bir sistem oluşturulması gerekiyor. Bu sistem, denetim firmalarının belirli bir kalite standardına uygun olmalarını ve sürekli iyileştirme çabalarını teşvik etmelidir. Ayrıca bu denetim firmalarının sertifikaya bağlanması ve böylece belirli bir eğitim ve deneyim standartlarına sahip olmalarının sağlanması elzemdir. Sertifikasyon süreci ise denetim firmalarının bu alanlarda yetkinliklerini kanıtlamalarına yardımcı olacaktır. Ayrıca, düzenli olarak denetimlerinin yapılması bahse konu denetim firmalarının performansını izlemek ve geliştirmek adına önemli olacaktır. Hiç şüphesiz denetim firmalarının belirli kurallara uymaması durumunda ağır cezaların uygulanması, kurallara uyumu teşvik edecek ve denetim kalitesini artıracaktır. Bir diğer atılacak adım ise denetim firmalarının hizmet bedellerinin belirlenmesi için adil ve şeffaf bir sistem oluşturulmasından geçiyor. Tüm bu adımları uygulamak ve denetim sürecini etkin bir şekilde yönetmek için ise özel olarak bu konuda yetkilendirilmiş bir düzenleyici kurum kurulması şart! Bu kurum, denetim firmalarının faaliyetlerini izlemek, değerlendirmek ve gerektiğinde düzenlemeler yapmakla sorumlu olmalıdır. Ayrıca, denetim sürecinde şeffaflığı sağlamak ve kamu güvenini artırmak için düzenleyici kurumun raporlama ve kamuyu bilgilendirme faaliyetleri de önemli olacaktır.
Bunun yanı sıra, yapılarla ilgili işlemlerde, özellikle alım-satım veya kiralama gibi süreçlerde yapı denetiminin yapılmasının bu işlemin gerçekleştirilmesinin ön koşulu olması gerekiyor. Bununla beraber, yapı denetimi yaptıranların aldıkları hizmetin kalitesini değerlendirebilmeleri ve iyi hizmet verenleri ödüllendirmek için “hizmet derecelendirme sistemi” kullanılabilir. Yapı denetimi yaptıranların bu tür değerlendirmelere önem vermeleri teşvik edilerek, yapı denetimi kültürünün yaygınlaştırılması ve yapıların güvenliğinin artırılması hedeflenmeli. Bu şekilde, yapılarla ilgili alım-satım ve kira süreçlerine girenlerin daha bilinçli ve güvenli tercihler yapmaları sağlanabilir.
Bununla birlikte, yapı denetimi sürecine enerji verimliliği ölçütlerinin dahil edilmesi, sadece yapıların güvenliği ve dayanıklılığı değil, aynı zamanda enerji tüketimini de dikkate alarak çevresel sürdürülebilirlik odaklı daha kapsamlı bir değerlendirme sağlayacaktır. Bu tür bir değerlendirme, bir yapı projesinin veya mevcut bir yapının tasarımından inşasına ve işletmesine kadar olan tüm aşamalarında enerji verimliliği açısından iyileştirmeler yapılmasını teşvik edecektir.
Ayrıca, mevzuata uygun olarak inşa edilip yapı kullanım izni alan yapıların daha sonradan riskli hale gelip gelmemelerinin tespiti ve riskli yapılarla ilgili olarak risklerin bertaraf edilebilmesi gerekiyor. Yapıların sadece yapım ve inşaat aşamasında değil, yapıldıktan ve yapı kullanım izni alındıktan sonra da belirli sıklıklarla denetlenmesi ve dolayısıyla, yapı denetim sistemlerinin mevzuatta daha açık ve kapsamlı bir şekilde düzenlenmesi ve uygulamaya da ivedi olarak geçirilmesi elzem. Bu bağlamda da denetimi yapılmamış veya denetimi yapılmış olmakla birlikte “yapı kullanım izni” alma yeterliliğini yitirmiş binaların mülkiyetinin devrine izin verilmemesi ya da en azından devralan kişinin riski bertaraf etmelerini sağlayacak düzenlemelerin yapılması – yapı kullanım izninin iptali- bu konuda alınabilecek bir aksiyon.
Bununla birlikte, bahse konu denetimleri gerçekleştirecek denetim firmalarının akreditasyonu, yapı denetim firmalarının sorumluluklarının pekiştirilmesi adına maddi sorumluluğunun ve tazmin garantisinin oluşturulabilmesi için devlet nezdinde teminat mekanizmalarının oluşturulması ve yapı denetimlerinin maliyeti göz önünde bulundurularak ceza-teşvik mekanizması kurulması elzem. Keza, kentsel dönüşümün fiziksel ve ekonomik boyutu olduğu kadar sosyal boyutu olduğu da gözetilerek, risk tespitine ilişkin yetkinin, “zarardan etkilenme potansiyeli olabilecek” herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesi gerek.
Son olarak, konuyla ilgili farkındalık eğitimleri, kamu spotları ve benzeri yöntemlerle halkın bilinç düzeyinin arttırılması ve riskli yapılara ilişkin her türlü müracaat ve şikâyetin hızlı ve etkin bir şekilde iletilmesini sağlayacak bir sistemin kurulması da olmazsa olmazlardan.
Sonuç
Kahramanmaraş merkezli deprem felaketi ve gelecekte karşılaşılması muhtemel olan diğer depremlerde oluşabilecek maddi ve manevi zararlar ile can kayıplarını asgari seviyeye indirebilmek adına yapılması gerekenlere ilişkin önerilerimiz aşağıdaki gibidir:
- Denetim sürecini daha sistemli hale getirmek için, denetim firmalarının belirli bir standart ve prosedür çerçevesinde faaliyet göstermelerini sağlayacak bir sistem oluşturulması, denetim firmalarının sertifikaya bağlaması ve belirli bir eğitim ve deneyim standartlarına sahip olmalarının denetim gerçekleştirebilesi, denetim firmalarının belirli kurallara uymaması durumunda ağır cezaların uygulanması, denetim firmalarının hizmet bedellerinin belirlenmesi için adil ve şeffaf bir sistem oluşturulması ve bu adımları uygulamak ve denetim sürecini etkin bir şekilde yönetmek için gerekirse özel bir düzenleyici kurum kurulması,
- Mevzuatın, yapıların denetimlerine ilişkin olarak ivedi olarak incelenmesi ve zarar ortaya çıkmadan gerekli önlemleri almalarına yönelik düzenlemelerin yapılarak bunların kapsamlı bir şekilde hayata geçirilmesi,
- Denetimi yapılmamış veya denetimi yapılmış olmakla birlikte yapı kullanım izni alma yeterliliğini yitirmiş yapıların tespiti ve bu yapılara ilişkin riskin bertaraf edilmesini sağlayacak aksiyonların alınması,
- Alım-satım veya kiralama gibi süreçlerde yapı denetiminin yapılmasının bu işlemlerin gerçekleştirilmesinin ön koşulu olması ve bu yapı denetimlerinin değerlendirilmesi için hizmet derecelendirme sisteminin kurulması,
- Etkin bir tazminat sistemi sağlayabilmek adına zararın ortaya çıkması halinde ödenecek tazminat miktarının arttırılmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması,
- Denetimleri gerçekleştirecek denetim firmalarının akreditasyonu,
- Yapı denetim firmalarının sorumluluklarının arttırılması ve maddi sorumluluğunun ve tazmin garantisinin oluşturulabilmesi için devlet nezdinde teminat mekanizmaları oluşturulması,
- Yapı denetimlerinin maaliyeti göz önünde bulundurularak ceza-teşvik mekanizması kurulması,
- Kentsel dönüşümün fiziksel ve ekonomik boyutu olduğu kadar sosyal boyutu olduğu da gözetilerek risk tespitine ilişkin yetkinin Kentsel Dönüşüm Kanunu’nda riskli yapılardan etkilenebilecek kişileri de kapsayacak şekilde genişletilmesi,
- Yapıların fen ve sanat kaidelerine uygun olarak sadece inşa edilmesi değil, bu şekilde kalabilmesinin sağlanması,
- Yapıların statiğini etkileyecek şekilde değişikliklerin yapılmaması, yapıldıysa da yapı denetimleri ile bunların tespit edilmesi ve buna ilişkin onarım ve bakım çalışmalarının yapılması ve bu hususta caydırıcı müeyyidelerin uygulanması,
- Fen ve sanat kaidelerine uygun olmayan yapıların devrine izin verilmemesi.
Sonuç olarak yapıların çağdaş ve uluslararası standartlara uygun olarak inşa edilmesi, sonradan mevzuata aykırı hale gelen yapıların tespit edebilmesi, olası bir felakette can ve mal kaybını en aza indirgenmesi ve kontrolsüz ve standart dışı yapılaşmanın önüne geçilebilmesi için ülkemizdeki mevcut uygulamaların yetersiz kaldığını değerlendiriyoruz. Bu denetimsizlik, olası bir doğal afette binaların ağır derecede hasar almasına ya da çökmesine ve binlerce insanın hayatını kaybetmesine yol açıyor. Bir daha böyle bir felaketin gerçekleşmemesi ve toplum olarak gerekli önlemleri alarak gelecekteki depremlerde oluşabilecek zararları en aza indirmek için hiç şüphesiz ki hukuka ihtiyacımız var. Hukukun da enkaz altında kalmaması umuduyla!
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. Kerem Cem Sanlı, İhmalin Belirlenmesinde Bir Ölçüt: “Hand Formulü”, s.100-115.
[2] Ibid.
[3] Ibid.
[4] Filiz Daşkıran, Duygu Ak, 6306 Sayılı Kanun Kapsamında Kentsel Dönüşüm, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/203266, Son erişim tarihi: 25.07.2023.
[5] Volkan Engin, Bülent Özbil, Türkiye’de Uygulanan Yapı Denetim Sisteminin Sorunları ile İlgili Yaklaşımlar, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2423022, Son erişim tarihi: 21.05.2023.
[6] A.g.e.
[7] Şahin Ardıyok, Regülasyon Hukuku, s.1.