Özellikle doğal afetlerin ve/veya ağır ekonomik şokların yaşandığı dönemlerde ürünlerin fiyatlarında yaşanan artışlar kimi zaman fırsatçılık veya fahiş fiyatlama olarak değerlendirilebiliyor. Doğrudan tüketicileri etkileyen fiyat artışları, tüm dünyada gerek günlük sohbetlerin gerekse siyasi veya ticari tartışmaların gündemine oturuyor.
Ülkemizde de 2020 yılında Ticaret Bakanlığı bünyesinde kurulan Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu’nun aktif bir şekilde çalışmasıyla fiyat artışlarına yönelik tartışmalar hız kazanmış durumda. Benzer şekilde özellikle Covid-19 pandemisi ve takip eden dönemde artan fiyatların, olası rekabete aykırı anlaşmaların bir ürünü olabileceği şüphesiyle sayısız Rekabet Kurumu soruşturmasına konu edildiğini gözlemleyebiliyoruz.
Fiyat artışları günlük konuşmalarımızda bu denli yer etmişken, bu blog yazımızda fahiş fiyatlara ilişkin bizim de bakış açımızı yansıtan bir başka yazarın makalesine yer vermek istedik. Stanford Üniversitesi’nde Hoover Enstitüsü’nde görev alan John H. Cochrane’in Chicago Booth Review’da[1] kaleme aldığı yazı “fahiş” fiyatlar ve piyasa dinamikleri arasındaki ilişkinin anlaşılması ve fiyat artışlarının her zaman irrasyonel bir şekilde ve rant güdüleriyle gerçekleşmediğini ortaya koyan oldukça açıklayıcı örnekler içeriyor. Bu değerli makalenin daha fazla okuyucuya ulaşabilmesi adına ekibimiz makalenin Türkçe çevirisini hazırladı.
Keyifli okumalar dileriz.
***
Talep arzı aştığında, kontrol edilemeyen fiyatlar tam da ihtiyacımız olan çözümdür.
ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, başkanlık kampanyası sırasında uygulayacağı ekonomi politikasının bir parçası olarak fahiş fiyatlara odaklanmış ve seçilmesi halinde “şirketlerin temel gıda ve ihtiyaç maddelerinde fahiş fiyatlama uygulamalarına federal düzeyde ilk yasağın getirilmesi” için çağrıda bulunma sözü vermişti.
Baştan söyleyelim, aslında fahiş fiyat uygulamasını yasaklamamalıyız, aksine desteklemeliyiz. Hatta, bu uygulamayı yasaklayan mevcut eyalet yasalarını geçersiz kılacak şekilde federal düzeyde yeni bir fahiş fiyat yasası çıkarmalıyız.
Peki neden böyle düşünüyorum? Öncelikle, fahiş fiyat uygulaması nedir? Genellikle “fahiş fiyatlar”, doğal afetler gibi acil durumlarda karşımıza çıkar. Örneğin bir kasırganın geleceğini öğrenen insanlar, pencerelerini kapatacak 4×8’lik kontrplakların tamamını satın almak için hırdavatçılara akın eder. Bu talep patlamasıyla birlikte hırdavatçılar fiyatlarını yükseltir. Elinde fazladan kontrplak olan insanlar bunları olmayanlara yüksek fiyatlardan satar. Fırtınadan hemen sonra akaryakıt ikmal araçları birkaç gün bölgeye giremediğinden benzin istasyonları fiyatlarını galon başına 10 dolar olacak şekilde yükseltir.
Birçoğumuzun aşina olduğu başka bir örnek vermek gerekirse: COVID-19 pandemisi sırasında tuvalet kâğıdı bulup bulamayacağından endişe duyan insanlar birçok mağazanın raflarını boşaltmıştı. Daha sonra fiyatlarını yükselten perakendeciler fahiş fiyat uygulamakla suçlandı.
Fahiş fiyat uygulaması temelde; tekelci fiyatlandırmadan, rekabeti sınırlayıcı anlaşmalardan veya birlikte fiyat belirlemekten farklıdır. Fahiş fiyatlar tam rekabetçi piyasalarda gerçekleşir. Talepteki artış veya arzdaki düşüş nedeniyle aniden piyasada bir üründen yeterince bulunamaz hale gelir. Fiyatlar, insanların ödemeye alışkın olduğu seviyelerin çok üstüne çıkar. Fiyatların düşük olduğu dönemde ürün stoklamış olanlar ise, bu stoklar üzerinden geçici olarak kâr elde edebilirler.
Piyasanın büyüsü
Fahiş fiyat uygulaması, piyasada arz ve talebin dengeye gelmesi kadar etkileyici bir uygulamadır. Bir ürünün arzı sınırlı olduğunda fiyatlardaki keskin artış, bu ürünün gerçekten ihtiyacı olanlara ulaşmasını sağlar.
Örneğin, kasırgadan sonraki ikinci günü düşünelim. Kimin gerçekten benzine ihtiyacı olur? Ambulansın mı, polis arabasının mı yoksa itfaiye aracının mı? Tekerlekli sandalye kullanan ve şehrin öbür ucundaki doktoruna gitmeye çalışan bir kişinin mi? Ya da ilk tercihi olmasa da bisiklete binebilecek, yürüyebilecek ya da evde kalabilecek birinin mi?
Kontrol altında tutulan fiyatlar stokçuluğu teşvik eder. Pandemi esnasında insanların marketlerden binlerce tuvalet kâğıdı satın almasının sebebi, tuvalet kağıdını gelecekte bulamayacakları yönündeki endişeydi. Eğer marketler fiyatları çok daha fazla artırmış olsalardı, stoklama düşüncesine sahip insanlar “Hiç stok yapmakla uğraşmayın – şayet bir gün gerçekten ihtiyacınız olduğunda raflarda tuvalet kâğıdı bulabileceksiniz.” mesajını alırdı.
Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri bir serbest piyasalar ülkesi olsa da piyasa davranışının kültürel kabulü konusunda kat etmesi gereken daha çok yol var.
Fiyat artışlarına getirilen yasal kısıtlamalar da arzı azaltır. Örneğin benzinin galonu 10 dolara çıkarsa, buna uygun aracı olan herkes için bu aracı çalıştırma, talebin daha az olduğu kırsal bölgelerden biraz benzin alma, şehir merkezlerine getirme ve benzin istasyonlarına satma motivasyonu doğar. Ancak eğer benzin istasyonları bu fiyattan satın aldıkları benzini satamazlarsa, bu döngü hayata geçirilemez.
Esasen farklı mal ve hizmetlerin arzı da birbiriyle etkileşim içindedir. Gıda tedariği yapan bir kamyonun yakıt alması gerekir. Ancak fiyat artışının sınırlandırılması kamyonun yakıt alamayacağı anlamına geliyorsa, gıda da getiremez. Benzin fiyatları serbestçe artarken gıda fiyatlarına bir sınırlama getirilirse, bu durumda da kamyon benzin alamaz.
Stok büyük bir arz kaynağıdır. Florida’da bir Home Depot işletiyorsanız, stoğunuzda kaç tane kontrplak levha bulunduracağınız duruma göre değişir. Eğer bir sonraki kasırga yaklaşırken kontrplakları tanesi 100 dolardan satmanıza izin verilirse, çok fazla stok tutarsınız. Eğer raflar boşalana kadar ürünlerinizi normal fiyattan satmanız gerekiyorsa daha az ürün bulundurursunuz. Bu durum stok tutmanın maliyetinin yüksek olmasından kaynaklanır.
Rekabetçi piyasalarda, piyasanın arz tarafındaki oyuncuları yeni pazarlara girmeye teşvik eden unsurlar beklenmedik karlar ve yüksek fiyatlardır. Öte yandan beklenmedik karların vergilendirildiği senaryoda, satıcıların stok tutma, dükkanlarını açık tutma, sınırlı arzı olan ürünleri tedarik etme ya da zor zamanlarda kahramanca çabalar gösterme konusunda cesaretleri kırılır.
Fahiş fiyatlar, sınırlı olan kaynakları gerçekten ihtiyacı olanlara yönlendirir. Yeni arzın hızla gelmesini, olası kötü durumlar için stok tutmayı, mevcut stokları verimli bir şekilde kullanmayı ve mümkün olduğunda daha kolayca temin edilebilen ürünlerle ikame etmeyi teşvik eder.
Fiyat artışını önleme çabaları aynı zamanda yeniden satıcıları da hedef alır. Bodrum katınızda bir gün evinize hayalinizdeki büyük tadilatı yaptırmak için beklettiğiniz 20 kontrplak levha olduğunu varsayalım. Kasırgadan bir gün önce bunları Facebook Marketplace’e ya da garajınızın önüne tanesi 100 dolardan koyun. Böylece –polisler gelip sizi yüksek fiyatlarınız sebebiyle tutuklamadığı sürece- bir başkası bu kontrplakları kullanıp kapı ve camlarını kapatarak kasırganın tesirinden evini kurtarabilir.
Hakkaniyete ilişkin endişeler
Peki 10 dolarlık benzini karşılayacak durumu olmayan ve işe gitmek zorunda olan insanlar ne yapmalı? Ekonominin bir numaralı kuralı fiyatları gelir transferi yapmak için çarpıtmamaktır. Büyük resme bakıldığında, bir ay boyunca benzine galon başına 10 dolar ödemek zorunda kalmanın dahi insanların yaşam boyu kullanabilecekleri kaynakların dağılımında büyük bir değişiklik yaratmadığı görülecektir. “Karşılayabilmek” de göreceli bir kavramdır. Deponuzu doldurmak için 100 doları karşılayamayacağınızı söyleyebilirsiniz, ancak size 100 dolara bir Porsche teklif edilirse, birdenbire bunu “karşılayabilirsiniz”.
Daha detaylı değerlendirecek olursak, önemli sonuçlar doğuracak ekonomik bir şoka cevaben çözüm nakit para dağıtmak olmalıdır. Örneğin insanlara “benzin parası” olarak 100 dolar verilebilir. Ancak söz konusu kişiler 10 dolarlık benzin fiyatı karşısında; paylaşımlı yolculuk, toplu taşıma, bisiklet kullanma veya bir yere gitmeme alternatiflerini tercih ederlerse, verilen 100 doların onlarda kalmasına ya da başka bir şey için harcamalarına da izin verilmelidir. Birçok hükümet sadece gaz talebini sübvanse etme eğiliminde olur. Öte yandan sınırlı arz karşısında talebi sübvanse etmek ise sadece fiyatı daha da artırır.
ABD hükümetinin pandemi sırasında yaptığı da çoğunlukla buydu. İlgili dönemde fiyatların artışına ilişkin büyük tartışmalar yaşanmış, ancak hükümet yüksek fiyatları karşılayabilmeleri için kiralık konutları hariç tutarak genele çek dağıtmıştı. Bu süreçte ABD enflasyonu deneyimledi ama fiyat kontrollerinin ve karne uygulamasının yol açacağı yıkımı yaşamadı.
Kimse fiyat artışından hoşlanmaz, ancak tercihler her zaman alternatifler arasından yapılır. Arz kısıtı altında bir mal ya da hizmetten kimin yararlanacağına yüksek fiyatlardan başka nasıl karar verilebilir? Fiyatla sınırlamanın alternatifi, kuyruklarla, siyasi tercihlerle ya da tanıdıklarla bu kararın verilmesidir.
Daha yüksek fiyatlar ödemek, reel gelirinizin azalması anlamına gelir ve kimse bundan hoşlanmaz. Ancak eldeki kaynakların azalmasıyla, hükümet ne yaparsa yapsın, toplam reel gelirimiz daha düşük olacaktır. Hükümet sadece kaynak aktarabilir ya da dağılımı değiştirebilir, kaynakları yoktan var edemez. Ayrıca artan fiyatlara yönelik tüm çözümler, talebin azalması veya pazara yeni arz girişi motivasyonunu kırarak piyasadaki kıtlığı daha da kötü bir hale getirir.
Kültürel anlayışlarla mücadele
Fahiş fiyatlar gerek kültürel gerekse ahlaki bir kınama ile karşılanıyor. Binlerce yıl öncesine kadar (ilahiyatçılar da dahil olmak üzere) insanlar, bir tacirin düşük fiyattan stoğuna aldığı bir ürünü yüksek fiyattan satmasına ahlaka aykırı gözüyle bakıyorlardı. “Adil fiyat”a ilişkin bu ahlaki yaklaşım, fahiş fiyatlara karşı yürütülen kampanyaların birçoğunun da motivasyon kaynağını teşkil ediyor. Ekonomi bilimi ancak 250 yıl önce, Adam Smith’in çalışmalarıyla fahiş fiyatların önemini ve faydasını ortaya çıkarabildi.
Gerçekten de şirketler enflasyonun makul sınırlar içinde kaldığı ülkelerde fiyat artırma konusunda her zaman isteksiz davranır. Örneğin Costco fiyatlarını yükseltmektense tuvalet kâğıdı raflarının boşalmasına izin vermişti. Diğer mağazalar ise karne uygulamasına geçip, 8 kişilik bir evde mi oturuyorsunuz yoksa her ihtimale karşı yazlık evinize tuvalet kâğıdı mı stokluyorsunuz bakmaksızın herkese yalnızca dört rulo tuvalet kâğıdı alma izni vermişti.
Şirketlerin fiyat artırmaya yönelik isteksizliği yalnızca yasal düzenlemelerden de kaynaklanmaz. Bir noktada, politikacılar tarafından karalanma korkusu da taşırlar. Ayrıca, fiyat artırmak ürünlerini ucuz satın aldıkları ve dolayısıyla tüketicilere de düşük fiyattan ürün sattıkları imajını yaratmak isteyen mağazalar açısından olumsuz etki doğuracak bir halkla ilişkiler hamlesi olarak değerlendirilebilir.
Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri bir serbest piyasalar ülkesi olsa da piyasa davranışının kültürel kabulü konusunda kat etmesi gereken daha çok yol var. Özgürlükçü ahlak anlayışımız “Sen malın için istediğin ücreti almakta özgürsün, ben de almamakta özgürüm” olmalıyken, mevcut durum ne yazık ki öyle değil.
Bu anlamda Uber’in trafiğin yoğun olduğu zamanlarda ek ücret uygulaması bana önemli bir ders oldu. Gerçekten ihtiyaç duyduğum zamanlarda, ne kadar fazladan ödeme yaptığımı görerek araba çağırma imkanımın olması ve fazladan ödeme miktarına göre ihtiyacımın aciliyetini değerlendirebilmek hoşuma gitmişti. Yolculuklarını bir süre ertelemeleri karşılığında diğer insanlara ödeme yapabilmek ve daha fazla sürücüye ihtiyaç duyulduğuna dair bir sinyal gönderebilmek oldukça faydalıydı. Ancak sürücüler, kimsenin bundan hoşlanmadığını ve ek ücreti gören herkesin aldatılmış hissettiğini ileri sürdü. (Şimdi Uber ek ücretleri teklif edilen toplam fiyatın içine dahil ediyor. İnsanlar buna tepki göstermemekle birlikte, beklerlerse daha ucuza yolculuk yapabilecekleri bilgisi o kadar da net aktarılmıyor).
Bahsettiğim kültürel ve ahlaki kınamayı yaklaşık 25 yıl önce şahsen deneyimledim. Eşim, ben, dört küçük çocuğumuz, köpeğimiz ve annemle birlikte aracımızla Chicago’dan Boston’a gidiyorduk. New York’un taşrasında gece için duraklamamız gerekti. Cep telefonlarının ve internetin yaygın olmadığı bir dönemde olduğumuzdan otoyol çıkışında durup seçeneklerimize baktık, ancak otellerde vb. hiç boş yer bulamadık.
Otel üstüne otel yokladık. Resepsiyon görevlilerinden etrafı aramalarını istedik. Hiç boş yer yoktu. Sonradan o hafta sonu bölgede Woodstock II’nin düzenlendiğini öğrendik. Akşam ilerledikçe çocuklar balkabağına dönüşüyordu. Sonunda, tanesi 400 dolara iki odası kalan köhne bir Super 8 motel bulduk, ki o dönemde Super 8 motel odaları en fazla 50 dolardı. “Teşekkürler. Odaları tutuyoruz!” dedim.
Annem çok kızmıştı. “Ne cüretle bu kadar çok para istiyorlar!” diyordu.
Açıklamak için çok uğraştım. “Eğer odaların fiyatları 50 ya da 100 dolar alsaydı, o odalar çoktan gitmiş olurdu ve biz de bu gece arabada uyuyor olurduk. Otele teşekkür etmeli ve yüksek talep karşısında fiyatını artırdığı için minnettar olmalıyız! Sonuçta onlar da bir otel işletiyor. New York’un taşrasında Super 8 işleten insanların bize ikramda bulunmalarına ihtiyacımız yok.”
Ancak inanılmaz, akıllı, bilge ve çok seyahat etmiş bir kadın olmasına rağmen annem bunu kabul etmedi. Yapabileceğim hiçbir şey onu motel sahibinin “bizim zor durumumuzdan faydalanarak” bize kötü davranmadığına ikna edemezdi. Özetle komşularınıza, özellikle de daha az şanslı olanlara, ihtiyaç duydukları zamanlarda destek olmak değerli olmakla birlikte, hediye veya ikram talep eden bir konumda da olmamalıyız. Bildiğimiz en iyi mekanizmayı devre dışı bırakarak güç tehdidiyle mülke el koymak da kıtlığı hafifletmek için mantıklı bir çözüm olmamalı. Manevi değerlerin kanun yapıcılar için her zaman iyi bir rehber olmayabileceğini de unutmamalıyız.
[1] Yazının orijinaline bu linkten erişim sağlanabilir: https://www.chicagobooth.edu/review/in-praise-of-price-gouging Erişim Tarihi: 25.11.2024.