Avrupa’nın çevre ve enerji politikaları, Doğu Avrupa’da elektrik üretiminde rüzgar santralleri projelerine olan ilgiyi tetiklemeye devam ediyor. Polonya gelecek yıl 5,9 GW yatırımı teşvik etmeyi planlıyor. Litvanya 700 W için 2023’te bir diğer 700 MW için 2025 yılında ihaleye çıkacak. Yine, Estonya ve Letonya 1 GW’lık rüzgar santrali yatırımını birlikte geliştirmek için ön sözleşme imzaladı. Diğer yandan, Türkiye 1,2 GW’lık rüzgar ihalesinin geçtiğimiz günlerde ertelemişti. Estonya’da ise, özel sektörün pasif durumda bekleyen projeleri olduğunu bilinmekte. Tüm bu projelerde kullanılan teşvik mekanizmalarının ve ihale yöntemlerinin daha önce Batı Avrupa’da test edilip denenmiş mekanizmalarla önemli ölçüde benzerlikler taşıdığını vurgulamakta fayda var.
Deniz üstü rüzgar santralleri projelerinin geliştirilmesi için ciddi adımlar atan ülkelerden bir tanesi de Polonya. Polonya Şubat ayına kadar deniz üstü rüzgar santralleri ile ilgili bir kanun yürürlüğe koymayı planlıyor. Geçtiğimiz Haziran ayında taslağı yayımlanan ve piyasa oyuncuları tarafından oldukça olumlu karşılanan kanun ile 10 GW’lık yatırımların “fark sözleşmeleri” modeliyle (Contract for Differences “CfD”) yapılması öngörülüyor. CfD’ler, elektrik üreticilerinin ürettikleri elektriği belirli bir sabit fiyattan satmalarına olanak sağlayan sözleşmelerdir. Buna göre, elektrik üreticileri piyasada elektrik satım anlaşmaları (“ESA”) yapmaya devam edecekler ve sözleşme ile belirlenen fiyattan elektriklerini satacaklarıdır. Ancak, bu hukuki işleme paralel olarak CfD’ler ile, piyasa fiyatların CfD ile belirlenen işlem fiyatından düşük olması halinde aradaki farkı almalarına imkan sağlanmaktadır. Piyasa fiyatının CfD ile belirlenen fiyattan yüksek olması halinde ise, üreticiler CfD’nin karşı tarafına ödeme yapmaktadır. Bu sözleşmeler bilhassa, 2015 yılında İngiltere’de yapılan elektrik piyasası reformlarının temelini teşkil etmiştir.
Geçtiğimiz günlerde “Project Finance International’da” deniz üstü rüzgâr santrallerinin hukukçular için yaratmış olduğu imkânlar ile ilgili bir makale yayımlandı[1]. Makalede konuyla ilgili uzmanların ve hukukçuların görüşlerine yer verildi. Buna göre İngiltere modelinin Polonya’ya en uygun model olduğu öngörüsüyle Polonya’daki rüzgar yatırımları için her zaman temel kurgunun CfD’ler üzerinden yapıldığını ifade edildi. Polonya’daki mevcut ihale sisteminin büyük deniz üstü rüzgar santrallerinin çok daha pahalı yatırımlar olması nedeniyle uzun vadelere duyulan ihtiyacı karşılamakta yetersiz kaldığı bu açıdan, yeni kanun ile 25 yıllık sözleşmelerin yapılmasına olanak sağlanmasının son derece olumlu bir gelişme olduğuna değinildi[2].
Dentons Berlin ofisi ortaklarından Thomas Shubert konuyla ilgili olarak; deniz üstü santral projeleri yatırımcılarının Polonya piyasasına yatırım yapma konusunda ellerini çabuk tutmaları gerektiğinin farkında olduklarını ve daha şimdiden, ilk CfD’lerden payını alabilmek için diğer yatırımcıların yanı sıra Orsted, Equinor, RWE, EPR ve E.ON gibi önde gelen yatırımcıların ya yerel ortaklıklar kurduklarını ya da kendi projelerini geliştirmeye başladıklarını, bu yoğun talep nedeniyle de Polonya’nın maksimum kapasiteyi 4,6GW’tan 5,9 GW’a yükselttiğini belirterek, deniz üstü rüzgar projeleri ile ilgili olarak zaman içinde en adil ve güvenilir yöntemin CfD sözleşmeleri olduğunu fark ettiklerini Shubert ve bu kapsamda birçok ülkede bu sözleşmelerin uygulama alanı bulacağını öngördüğünü vurguladı[3].
Polonya’daki deniz üstü rüzgar santralleri piyasasına bankaların güveni sağlam ve bu projelerde yer almaya istekli olduklarını belirtmekte fayda var. Zira uzun süreli alım garantileri bankaları cesaretlendiriyor. Bununla birlikte, teminatların ve tarifelerin yerel para cinsinden belirlenmiş olması ise ister istemez bazı endişeleri beraberine getiriyor ki, geçtiğimiz günlerde Türkiye’de de yenilenebilir enerji teşviklerinde 2021 ortasından itibaren Türk lirasına geçilmesine ilişkin düzenleme yapıldığını hatırlatmakta fayda var.
Polonya ve Estonya’da yatırımları olan Almanya merkezli Watson Farley&Willams’dan Malte Jordan’ın deniz üstü rüzgar santralleri ilgili olarak, Doğu Avrupa deniz üstü rüzgar santrallerinin son beş yılda hepsi yatırıma dönüşmese de büyük ilgi çektiğini ve kendilerinin global sektör deneyimlerini bölgesel deneyimi haiz yerel ortaklıklar ile birleştirmek suretiyle piyasada yer almayı tercih ettiklerini ifade etti.[4]
Watson Farley&Willams’dan Daisiy East, yeni bir endüstriye geliştirmek için öngörülebilir bir piyasa yapısının oluşturulmasının önemini vurgularken, bir teşvik sisteminden diğerine geçmenin de dahil olduğu düzenleyici kurallardaki belirsizliğin, maliyetleri düşürmek için yapılması gereken bir çok işlemi zora soktuğunun altını çizdi[5].
Ayrıca, türbin tedarik sözleşmeleri, santral inşa sözleşmesi, ihale stratejilerinin dünyanın her yerinde aynı olduğu ancak, balıkçılık hakları, çevre düzenlemeleri, yerel hukuki rejim vb. konularda global deneyimi doğrudan uygulamak yerine yerel deneyimi haiz alanında uzman kişilerle çalışmanın en akıllıca yöntem olduğunu belirtiliyor[6].
Dünya Bankasının Ekim 2019’da yayımlamış olduğu “Küreselleşmek: Deniz Üstü Rüzgarın Büyüyen Piyasalara Genişletilmesi Raporuna” göre, Türkiye su derinliği 50 metreden az bölgelerde 12 gigavat, 50-1000 metre arasındaki derinliklerde ise 57 gigavat olmak üzere toplamda yaklaşık 69 gigavatlık deniz üstü rüzgar enerjisi potansiyeline sahip bulunuyor.[7] Raporda, deniz üstü rüzgar santralleri için Ege Denizi, Karadeniz ve Marmara Denizleri’ndeki rüzgar hızlarının söz konusu yatırımlar için elverişli olduğu da belirtilmiş.[8] Nitekim 2018 yılında Türkiye, Saros (Edirne – Enez, Keşan), Gelibolu-Şarköy (Çanakkale-Tekirdağ) ve Kıyıköy’ün (Kırklareli – Vize) Türk kara suları içerisindeki alanlardan herhangi ikisinde kurulacak maksimum bin 200 megavat kapasiteli tesisler için ihaleye yapılması planlanmış ancak yeterli katılım olmadığı için ihale yapılamamıştır.[9] Müteakiben Mart 2019’da, Türkiye ile rüzgar santrallerinden elektrik üretiminde öncü ülkelerden olan Danimarka arasında deniz üstü rüzgar enerjisi yatırımlarıyla ilgili 3 yıl geçerli olacak bir işbirliği anlaşma imzalanmıştır. Söz konusu anlaşma çerçevesinde iki ülkenin, özellikle ihale prosedürleri, finansal çerçeve, liman altyapısı ve deniz üstü rüzgâr enerjisinin gelişimi için bir yol haritası oluşturması hedeflenmektedir. Bu veriler ışığında, deniz üstü rüzgar santrallerine ilişkin Türkiye’nin potansiyelinin gerçekleştirilebilmesi için yerel ve uluslararası deneyimi haiz hukukçular için yeni iş imkanlarının doğacağına şüphe bulunmamaktadır.
Özetle ifade etmek gerekirse, büyük finansman ihtiyacı duyulan deniz üstü rüzgar santralleri gibi projelerin gerek ihale gerekse teşvik sistemlerinde son dönemde yoğun bir şekilde Batı Avrupa modellerinin benimsenmesi bununla birlikte bu projelerin yerel özellikler ihtiva etmesi, Batı Avrupa’daki projelerde deneyim kazanmış hukukçular ile yerel deneyimi haiz hukukçular arasında bir işbirliği geliştirilmesini kaçınılmaz kılmakta!
[1] Collins Peter, Bintcliffe Jordan: Offshore Wind Offers A Legal Pipeline, sy. 70-72, Project Finance International, Kasım 18 2020
[2] Age: sy.70.
[3] Age: sy. 79vd.
[4] Age:sy.71
[5] Age:sy 71.
[6] Age:sy 72.
[7] Dünya Bankası: Küreselleşmek: Deniz Üstü Rüzgarın Büyüyen Piyasalara Genişletilmesi Raporu, sy.24 Ekim 2019.
[8] Age:sy.24.
[9] Görkem TENELER: Türkiye’nin Enerji Görünümü, “Türkiye’de Rüzgar Enerjisi”, sy.290.